Karadeniz Gezi Notları

Gezi notları yazmaya falan başlamayacağım. Onu yapan zaten fazlasıyla var. Sadece bu geziye çıkmadan önce okuduğum yazılarda göremediğim bazı önemli konuları paylaşıyorum. Sizi ilgilendiren başlıklara göz atabilirsiniz;



KARADENİZLİNİN ZAMAN VE MESAFE MEFHUMU YOKTUR! 

Karadeniz gezisinin çoğu dağ yollarında yayla aramakla geçtiğinden ve elinizdeki son teknoloji ürünü telefonlar daha sahilden ayrılır ayrılmaz çekmemeye başlayacağından, yolda rastlayacağınız insanlara sık sık “şuraya gitmemiz ne kadar sürer” şeklinde sorular soracaksınız. Ancak bilin ki hiç sormasanız da en ufak bir fark olmayacak. Çaresizlikten defalarca sorup her seferinde aynı durumu yaşadım. Karadeniz bölgesinden çıkıp Doğu Anadolu bölgesine dahil olmuş yaylalar için bile “15-20 dakika sürer” diyorlar. Ya bu insanlar dağın başında yapacak iş, gidecek yer olmadığından zaman kavramlarını yitirmişler ya da o sorduğunuz yerlere hiç gitmedikleri halde turizm gelişsin diye oraları zihinlerinde bir efsane olarak yaşatıyorlar. “15-20 dakika sürer” cevabını aldıktan sonra 2 saat yol gidip, pes edip varamadan döndüğüm yerler oldu.

Hele bir de altınızda arazi aracı tarzı bir araç varsa adamlar sizin adınıza heyecanlanıyor; “vay be ne gidilir bunla Ovit Yaylası'na”, “Palovit'e de çık aman ha”, “dur bakıyım mazotun var mı, yarım depo var, tamam bas bas durma az ötede”... Arkadaş madem az ötede mazotu niye kontrol ediyorsun? Biliyorsun tabi 3 saat yol gideceğim, bir de bunun dönüşü var. Meçhule sal adamı gitsin. Döner sağlar bizimdir. Elevit Yaylasına diye öğlen çıktık, üzerinde gittiğimiz şey bizim bildiğimiz yol değil. Taşlık, yer yer kayalık, çamuru var, karı var, ortasından akan şelalesi var. Yayla köyüne vardığımızda (yayla değil, yayladan önce kurulmuş olan köy) sis basmış, karanlık çökmüştü. Köy hayalet köy gibi. Bakına bakına birini yakaladım; “ya abi şu yolda bir lastik patlasa, araba arıza yapsa, ne yapıyorsunuz, nasıl yol bu, ayı çıkar, kurt çıkar, arabadan inemezsin gecenin karanlığında, aşağı doğru 1 saat, yukarı doğru 1 saat gitsen insan yok!” dedim ki azarın ağırını yapıştırdı amca. “Ne olacak yaa, inersin yürürsün köye (yürüyerek tahminimce 3 saat sürer), kahveden birileri yardım eder, seni orda bırakmayız”. Allah razı olsun da biz şehir insanıyız, çoluğu çocuğu arabada bırakıp oraya sağ salim varır mıyız bakalım. Sonra bir teyzeyle iki lafın belini kıralım dedik, açtık camı. Aynı soruları ona da sorduk; “nasıl gidip geliyorsunuz buraya?” “Biz” dedi, “bir çıkarız üç ay sonra ineriz. Üç dört ay yaylada yaşarız.” İşte bütün mesele bu. Onların senede bir defa çıkıp indiği yolu sen aynı gün içinde çıkıp inersen bünye bu yükü taşımıyor. Sonra bir de demez mi “yaylada bir şey yok, dağ tepe sis işte...” Kalabalıktan usanmış, turistlerin varamadığı yaylara gidip rahat eden Karadenizli için çok güzel olan o yaylalar size o kadar anlamlı gelmeyebilir. Gerçekten bulutların arasında ıssız ve uçsuz bir yeşil genişlikten başka bir şey değil. Ama bu yorgunluk durumunuza göre bazen çok güzel ve huzur verici bazen de hayal kırıklığı olabiliyor. Biz de o seferlik daha fazla yolu göze alamayıp yaylayı göremeden köyden döndük artık ne yapalım?

Benzin hesabı da katiyen bildiğiniz gibi değil. Şu tarif ettiğim yolun 50 km'si çeyrek depo mazot yer. 10-15 km/saat hızla gidilebiliyor. Tabii Arap turistler gibi en alasından Mercedesleri, BMW'leri kiralayıp o dağa taşa pervasızca vurmazsanız. Vicdanınız elverir de vurursanız ya yarım saatte gideceğiniz yere varırsınız ya da geceyi yolun bir yerinde çekici bekleyerek geçirirsiniz. Onlardan bile yolda el edip, yayla uzakta mı diye sorana rastladım. Usanmış garipler yayla yayla yayılmaktan. Amortisörleri alınmış, sürüngene dönüştürülmüş VW Golf ile yaylaya çıkmaya kalkan adam gördüm. Akıllı olun, saçmalamayın!

Olaylara iyi tarafından bakmayı seviyorsanız; Karadeniz yayla gezilerinde telefonla yol tarifi alma ya da yardım isteme şansınız yok ama birilerinin zırt pırt sizi arayıp gezinizi bölme imkanı da yok. Her yerden pırıl pırıl sular akıyor, bir yudumu böbrekleri coşturuyor. 




HAVA DURUMU! 

Spreyleme yağmur yağarsa nefis bir serinlik oluyor. Ağustos'ta gidilmez acaip bunaltıcı olur falan diyorlarsa da gittik çok naif bir havaya denk geldik. Sürekli üzerimize su indi. Buna yağmur denemez, su nem şeklinde üzerine iniyor insanın ama yağmurluğun varsa sorun yok. Kapalı ve yükseklerde serin hava bunaltmıyor, zira yaylaya çıkmanın mantığı ve amacı bu zaten. Buna çok takılmayın.







TRABZONLU BİRAZ ASABİ AMA GENEL OLARAK KARADENİZ İNSANI CANDIR! 

Trabzonlular tiner gibi her an parlayabilir vaziyette yaşamaya alışmış, bu halleriyle barışık insanlar. Bu barış kendi içinde gayet tutarlı ancak size yansımamasına gayret edin. Onun dışında Karadeniz insanı on numara. Yardım sever, misafir perver, kibar, sıcak kanlı, eğlenceli. Şehirlerde adres sorarsanız size ne kadar samimiyetle en doğru şekilde o adresi tarif etmeye çalıştıklarını göreceksiniz. 




YEMEK MESELESİNİ ÇOK ABARTIYORUZ! 

Şunu yedim uçtum, bunu yedim kaçtım, aklım gitti geldi, midem beynimin önüne geçti falan gibi abartılar peşine düşmeyin. Karadenizde turşu yersin, kuru fasulye yersin, mısır ekmeği yersin, kavurma yersin, lahana çorbası içersin ama bunlarla nirvanaya falan erişemezsin. Meşhur lokantalar peşinde koşmak yerine alelade yerlerde yiyin, oranın insanıyla hemhal olun. Daha fazla lezzet alırsınız. Sıradan bir lokantada yediğim laz böreği hepsinden güzeldi. Arkadaşımın köyünde ziyaret ettiğimiz bir evde ikram edilen kısır, börek, çörek, kaygana hatta zeytin, peynir bile oranın insanıyla yapılan bir sohbetle birleşince meşhur lokantalarda yediğimiz yemekleri unutturdu. Sütlaç için değil ama Hamsiköy'ü görmek için Hamsiköy'e gidin. Yoksa sütlacın daha iyisini çok yerde yiyebilirsiniz. Bu sadece Karadeniz bölgesi için değil, genel olarak yemek yemeye kafasını fazla takanlar için ve ülke genelini kapsayan bir uyarım olarak burada dursun. 




ARAP İNSANININ FARKLI DÜNYASI! 

Uzungöl ya da Türk turizm sektörü için Arapların Bodrum'u diyebileceğimiz yer, tamamı ülkemiz sınırları içinde yer alıp da Arap kardeşlerimize ait olan bir nevi geniş bir konsolosluk bahçesi durumunda. Dağın başındaki gölün etrafı panayır yeri. Oyun alanları, seyyar satıcılar, mağazalar, kafeler, büfeler, restoranlar, çardaklar, aklınıza ne gelirse mevcut. Çocuk, hanım ve para bolluğunu iyi değerlendiren yöre halkı dünya üzerinde satılmakta olan herşeyden satma yarışına girişmiş. Düşününce mantıklı; adam seyyar satıcıdan pamuk şeker alıyor, üç hanım, sekiz çocuk bir de kendisi desen oniki tane. Patetes kızartması on altı tane. Çocuklar birer tur ata binsin dese manej bir saat kapanıyor. Zıplasınlar şu trambolinde, trambolin ekonomik ömrünü tamamlıyor. Her taraf elektrikli bisiklet, akülü araba kiralayan esnaflarla dolmuş. Arap kardeşlerimiz bunları kiralıyor, çarpışan araba keyfi yaşıyorlar ve iade ederken aracın kirasını değil toptan bedelini ödüyorlar. Arabalarla çarpışırken hıncını alamayıp diğer arabaya tekme de atan kadın gördüm. Gidenler bilir Suudi Arabistan'da bir sürücünün diğer bir sürücünün arabasına tekme atması gayet olağan bir davranış şeklidir. Sekiz silindirli Amerikan araçları bir nevi stres topu olarak kullanılır, alışveriş süresince yol kenarına kontak açık bırakılır. Bu rahatlığı burada da devam ettiriyorlar. Alışkanlık! Dikkat edin, kendinizi kollayın, ezilmeyin.

Diğer yandan buradaki ticaret bölge halkı için tek geçim kaynağı. Hepsi “Araplar geldi geleli buralar bitti” dese de Arabı gören Türkün yüzüne bakmıyor. Bir otele yerleşirken Araplardan birinin üç ay sonra tekrar gelmek üzere onbeş kişilik rezervasyon yaptırdığına şahit oldum. Yazlık mekan yapmışlar bizim Karadeniz'i.

Haklarını yemeyeyim, Yedi Göller'in en yukarılarına, bizden bile kimsenin çıkmadığı yerlere kadar çıkıp, krater göllerinde tefekküre dalan, dağın zirvesinde gölü görünce açıp Kuran okumaktan başka bir şükür şekli bulamayanları da var. Düşünmeyi bilenler için insanın aklını alan, yaradılışın mucizesini göz önüne seren manzaralar bunlar.

Rezervasyon meselesinden kopmadan hemen şuraya bağlayayım;




KONAKLAMA O KADAR DA SORUN DEĞİL ERKEN REZERVASYON GAZINA GELMEYİN! 

Bütün şehirlerini gezdiğim Karadeniz'in hiçbir yeri için önceden rezervasyon yaptırmadım. Pazarlığa açık ve çat kapı yer bulabileceğiniz bir bölge. O kadar çok otel, pansiyon açılmış, arsası olan herkes bungalov yapmış ki beğendiğiniz, kalmak istediğiniz yerde rahatlıkla konaklayabilirsiniz. Kendinizi kısıtlamayın, programa uyacağım diye hiçbir yeri ıskalamayın. Gezin, görün, yorulduğunuz yerde konaklayın. Çok güzel yerler, çok estetik ve doğal bungalovlar fazlasıyla mevcut. Temiz ve nezih. İnternette gördüğünüz fiyatların da altında rahatlıkla yer bulursunuz. Uzungöl'ü internetten araştırırdığımda neredeyse hiç yer yok, olanlar da gecelik 700-800 TL dolayında idi fakat gölün 200 metre ötesinde gecelik 200 TL fiyatla oda buldum. Gölün hemen kıyısında zaten kalmak istemezsiniz, berbat; panayır yeri demiştim. Genel olarak orta düzey fiyatlarla tatmin edici bir tatil yapabilirsiniz. Beklentilerinize göre ucuzun ve pahalının sonu yoktur, o ayrı. 




SAMSUN'UN TELEFERİK RÜYASI! 

Samsun'da teleferik var dediler gittik. Yok öyle bir şey. Hani Beyoğlu, Kasımpaşa sokaklarında camdan cama çamaşır asarlar ya karşılıklı komşular. Ha oraya asılmış bir fanilanın ip üzerindeki seyahati Samsun'daki teleferikle yapacağınızdan daha uzun ve heyecanlıdır. Bizin bloğun asansörü daha yükseğe çıkıyor arkadaş. Teleferik bozuk dediler, çıkacağı yere arabayla çıktık. Bilsek yürüyerek çıkarmışız. Ordu'da var, Batum'da var falan diye Samsunlular da kıskanmış teleferik yapmışlar ama dünyanın en gereksiz teleferiği olarak kayıtlara geçmiş bir teleferiktir muhtemelen. Ya oradaki restorana müşteri çekmek için yaptılar ve masrafını da restoranın sahibine kitlediler. Ya da sahil yolunda karşıdan karşıya geçmek zor oluyor, köprü yapacağımıza teleferik yapalım, havamız olsun, namımız yürüsün falan dediler. İzahı yok, saçmalığı anlatırken yoruldum.




ORDU VE ÜNYE'Sİ GÜZEL! 

En güzel Karadeniz şehri Ordu. İlçesi Ünye'de güzel. Diğer şehirler denizle dağ arasına sıkışmış, denize küsmüş şehirler. Lebi derya bir deniz ama şehirlerle deniz arasında bir bağ olmadığı hissi uyanıyor. Sahil yolu denizi şehirlerden iyice koparmış ama önceden de bir deniz sevdaları yokmuş gibi. Şehirler çok eski ve imar sıkıntısı artık fışkırıyor. Sıkışmışlığın tarifi Karadeniz şehirleridir.



YAYLA VE DAĞ DENİNCE RİZE! 

Yeşile, suya, köprüye doymak istiyorsan, yeşilde boğulmak istiyorsan Rize Çamlıhemşin. Ayder ve yukarısındaki Galler Düzü, Palovit Şelalesi ve Zil Kale hem çok güzel hem kolay ulaşılabilir yerler. Yaylada yat uyu, iliklerine işlesin dönmek için acele etme. Çocuklar yerlerde yuvarlansın. Eline yüzüne bulaşsın yayla. Bir daha bulabilirler mi bilmem. Çünkü; 




KARADENİZ HAZİNESİNİ HATALI İMARLA YOK ETMEK ÜZEREYİZ! 

O güzelim dağ yollarında, dere kenarlarında, yaylalarda tuğla binaları görünce içimiz yanıyor. Ne yapıp edip yapılmışı da yapılacakları da bölgenin doğasına uygun hale getirmek zorundayız. Yoksa birkaç sene içinde Karadeniz biter. Fırtına Deresi'nin yanıbaşına 8-10 katlı betonarme bina yapılır mı arkadaş? Bunu hangi vicdan kaldırıyor? Buralar sizin, nasıl böyle mahfedersiniz? Betonarme yapıyorsanız da en azından ahşap veya taş bir kaplamayla ortama uygun hale getirmeniz gerekir. Binlerce dönüm arazinin akıl almaz güzelliğini alt üst etmek için bir tane tek katlı tuğla baraka yapmanız yeterli. Siz binlerce yapmışsınız. Allah aşkına kendinize gelin. Ne ediyorsanız kendinize ediyorsunuz. Bu yapılara izin veren belediyelerin de dünya ahiret yakasına yapışmalıyız. Böyle doğal güzelliği olan yerlerde nasıl inşaat yapılır, yapı tarzı ve sınırlamaları nelerdir, dünya üzerinde bunun sayısız örneği mevcuttur. Bir bakın, rezilliğimizi görün!




YENİ YAYLA YOLLARINA KEM GÖZLE BAKAN İFLAH OLMAZ! 

O ilmek ilmek örülen, taşları tek tek el işçiliği ile yerleştirilen dağ yollarına, yayla yollarına laf edeni Allah çarpar. Fotoğrafını özellikle paylaşıyorum ki idrak edebilesiniz. Bu emeğe laf söylenmez. Tek yapmamız gereken o yolların etrafındaki yapılaşmayı gereğince, ayarınca, özüne, doğasına ve akla uygun yapmak. Hırslara kapılmamak, elimizdeki hazineyi korumak.




LAZ AKLI 

Bu az akıllılık gibi anlaşılan şey kesinlikle bambaşka boyutlarla çalışan farklı bir zeka düzeyi. Ciddi olarak anladım ki bizim görmediğimizi görebildikleri için olayları farklı yorumluyorlar. En uzak tepelerden birinde yazın ortasında soğuktan donarak sığındığımız bir barakada soba ateşinde ısınırken bir Arap aile içeri girdi. Bu arada başka bir Arap aile bize yer vermek için o soğukta çocukları dışarı gönderdi, bu da minnetimize binaen burda dursun. Barakada çay ve saç böreği satılıyor. Babası sipariş aldı, tezgahtaki kıza soruyor; “3 tane saç böreği var mı?” “Yok” diyor kız. “Ya olur mu şimdi yaptırdım” diyor babası. “Biliyorum aha burda işte” diyor kız. “Tamam o zaman niye yok diyorsun, 3 tane var mı?” diyor babası. “Yok” diyor kız. “Nasıl yok ya diyor?” babası. “4 tane var diyor” kız. Adam sinirden patlayacak, biz kopuyoruz, ne olduğunu anlamayan Araplar tedirgin. Üç tane yokmuş, dört tane varmış. Mesele bu.

Bu arada Karadeniz'de herkes laz değil. Bunu da bilmeden badozlama aktarmadım bu olayı.




Umarım bu notlar size yol gösterir. Gittiğiniz yerlere selam edin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder