26 Nisan 2019 Cuma

I, Pet Goat II / EVCİL ŞEYTANLAR ZAMANI



Şunu izlediniz mi bilmiyorum. Üzerine onlarca çözümleme yapılmış, 2013 veya civarında yayımlandığı ve Notre Dame Kilisesi'nin yanması gibi çok yakın zamanda gerçekleşmiş olaylarla ilgili kehanetler içerdiği de söyleniyor ama bunlar işin önemsediğim tarafı değil. Zira böyle kurguları yapanların, ellerindeki en asli alet olan internet sitelerini de yanıltıcı şekilde kullanmaları şaşırtıcı olmaz. Asıl üzerinde durulması gereken; yedi dakikalık bir animasyon filme sığdırılmış yoğun bir sembolizmle gözümüze sokulmak istenen halimiz! O kadar yoğun ki kullanılan tüm sembolleri yakalayıp anlamlandırmanız bile mümkün değil. Bu yüzden filmin onlarca şerhi var. Yüzlerce sembolü hakkıyla açıklamaya kalktığınızda iş iki, üç saati buluyor. Merak edenler inceler ama ben kıssadan çıkardığım hisseyi yazıyorum. Diyor ki; "sizi mahvedeceğiz, aklınızı başınızdan alacağız, olmadık yalanlarla hepinizi kandıracağız, binbir türlü acılar çekerken bizim amaçlarımıza hizmet edeceksiniz, içinizi boşaltacağız, işin tuhafı bütün bunları yapmaktaki tek amacımız kötülüğün hakkını verebilmek. Çünkü biz bunu iddia ettik, varlık sebebimiz buydu ama siz bize uymayacaktınız. Uydunuz ve siz kaybettiniz."

Bunu bütün insanlığa söylüyor. Sadece müslümana, hristiyana, ya da budiste değil. Sadece Afrikalı, Hindu, Çinli, Avrupalı'ya değil. İyi ile kötünün, hazlarıyla sorumluluklarının arasında kalan her insan evladını kandıracağını söylüyor. Çocuklarımızı elimizden alacağını söylüyor. Onların, kendisinden başka hiçkimseyi ve hiçbir öğretiyi dinlemeyeceklerini söylüyor. Ve dikkat ederseniz onun kullandığı yöntemleri biz anne babalar da destekliyoruz! Bir yaşındaki çocuğa sakin dursun diye telefonu verdiğini sanarak onu sınırsız bir hapisaneye kapatan anne babalar hiç de az değil. Masum bir kaçamak yaptıklarını sanıyorlar ama o sırada olan işte bu filmde görünüyor. Uyuşturulmuş, beyni boşaltılmış ve DECCAL'in her söylemine açık hale gelmiş çocuk! Bunu, çocuğunu büyütürken yada bu filmi izlediği halde göremeyen ebeveyn, çocuğu ergenlik çağına geldiğinde yaşayacağı çok büyük acılara hazır olmalı.

Pekiyi insanlığa bu tezgahı kuranlar bu yaptıklarını neden ifşa ederler? Cevabı şu ayetlerde;

İş bitirilince şeytan da diyecek ki: “Şüphesiz Allah, size gerçek olanı söz verdi. Ben de size söz verdim ama yalancı çıktım. Zaten benim sizi zorlayacak bir gücüm yoktu. Ben sadece sizi çağırdım, siz de hemen bana geliverdiniz. O hâlde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Şüphesiz ben, daha önce sizin, beni Allah’a ortak koşmanızı kabul etmemiştim. Şüphesiz, zalimlere elem dolu bir azap vardır.” (İbrahim,22)

Münafıkların durumu ise tıpkı şeytanın durumu gibidir. Çünkü şeytan insana, “İnkâr et” der; insan inkâr edince de, “Şüphesiz ben senden uzağım. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım” der. (Haşr,16)

Şimdi iyilerle kötüler arasındaki, iyilere uyanlarla kötülere uyanlar arasındaki farkı ve nerede durduğumuzu tekrar düşünelim. Filmde görülen, kötülüğün, eline silah tutuşturduğu Afrikalı bebek için biz ne yapıyoruz? Parayı şekilden şekile sokan, kazandığımızı elimizden almanın teknik yollarını bulmuş düzenbazlara karşı onların ekmeğine yağ sürercesine para harcamak dışında biz ne yapıyoruz? Evimizde yetiştirdiğimizi sandığımız çocuklarımızın beyni yıkanmış evcil keçiler (şeytanlar) olmaması için biz ne yapıyoruz? Yıkılıyor olduğunu gördüğümüz Amerika'nın yerine amaçları ve araçları güncellenmiş bir Çin getirilirken biz ne yapıyoruz? Tekrar tekrar aynı terörle, aynı silahlarla, aynı yerlerimizden vurulacağımız, çünkü meseleyi anlayamıyor olduğumuz yüzümüze vurulurken biz ne yapıyoruz? Deccal'in karşısına çıkacak sahte mesihi dahi tasarladığını ortaya koyarak yine göz göre göre bizi kandıracağını söyleyen akla karşı ne yapıyoruz? Sema eden çocuk sahnesiyle, değerlerimizi yozlaştırarak sadece bize değil bütün dünyaya karşı kullanacağını söyleyen aldatıcıya karşı ne yapıyoruz?

Önce nefsimize, sonra çocuklarımıza sahip çıkmakla oluruna bırakmak arasındayız. Seçim kolay olduğu kadar zor. Sonu burada görüldüğü kadar belirsiz. İnanmak, inanmamak kadar olası.

2 Ocak 2019 Çarşamba

SORUN DEMO-KRASİNİN DEMO'SUNDA!



Sistem. Sorunlu sistem. Hatalı sistem. Yanlış sistem. Eksik sistem. Döve söve bitiremediğimiz bu sistem nihayetinde bir kurgudur. Devamlılığı olan, bir çok işlevi bir arada yürütebilen, sonuç olarak da kusursuza yakın çıktıyı hedeflediğimiz hareketler zinciridir. Biz hatayı sistemde arayarak sorunu afakileştirirken, soyut kavramlar üzerinden tartışıp dokunulamaz hale getirirken, sistemin parçalarını oluşturan, her biri ayrı işlevlere sahip bireyler ve birimler de bundan faydalanarak hatalarını değersizleştirir, kötürüm işlerini arada kaynatırlar. 

Ben yine büyük büyük meselelere değil, hemen, hızla düzeltebileceğimiz sorunlara odaklanmayı, eleştirirken çözüm önerimi de ortaya koymayı, bir an önce adım atmayı yeğeleyeceğim. Bugünki meselem; okullardaki başkanlık seçimleri. Çocuklarımıza erken yaşta demokrasi kültürünü benimsetmek üzere giriştiğimiz, ancak demokrasinin erken çağlarında dahi görülmemiş bir baştansavmalıkla elimize yüzümüze bulaştırdığımız müfredat faaliyetlerinden en kalıcı hasar bırakanı. 


Velisi bulunduğum ve fakat bir veli olarak maruz kaldığı demo-trajik seçimler nedeniyle ileride demokrasiye inanmayacağından emin olduğum öğrenci vesilesiyle İki yıldır dikkatle takip ettiğim seçimlerde şöyle vahim hatalar yapılıyor;

Propaganda süreci boyunca çocukların ellerinden gelmeyecek, güçleri yetmeyecek, yetkilerini aşacak vaadleri har vurup harman savurmalarına, sanki bu çok olağanmış gibi müsaade ediliyor. Bugün, henüz yolun başındayken, okula kantin açacağını, halı saha yaptıracağını, teneffüs sürelerini uzatacağını, bazı dersleri programdan kaldıracağını ve bunun gibi olasılık dışı bir çok işin üstesinden geleceğini söylemesine izin verdiğiniz bir çocuk ve arkadaşları, büyüdüklerinde siyaset sahnesine çıkar ve buna devam ederler. Ama o zaman siz bunu eleştirir, bu siyasiler de ne kadar çok yalan söylüyor, bol keseden atıyor. Akıl var, izan var, olur var, olmaz var yahu dersiniz. Demeyin! Siz yaptınız. Ellerinizle yonttuğunuz heykeldir o artık ve tekrar yumuşatılıp düzeltilmez, ancak kırılır yada eritilir, her halükarda zayi olur. Oysa ona, çerçevesini çizeceğiniz bir seçim kampanyası içerisinde doğrulukla söylemler üretmeyi telkin edip, seçim sonrasında da bu mevzuyu tamamlanmış bir görev olarak gündemden kaldırmak yerine, söylemlerinin peşine düşmeyi öğretebiliriz. 

"Baba arkadaşlarım şöyle vaadlerde bulunuyor, böyle atıyor, şöyle tutuyorlar." diyen evladıma "sen bunları söyleyemezsin, gel biz yapabileceğin şeyleri düşünelim" dediğimde seçimi kaybedeceğini bilmek sandığınızın aksine ikimizi de sevindiriyor. Biz inatla her yıl aday oluyor ve çevrimiçi bir okul gazetesi çıkartmayı, tüm öğrencilerden bu gazete için şiir, öykü, hikaye, makale toplamayı vaad ediyoruz. Öğretmenlerimizden izin alıp bazı teneffüslerde topluca oyunlar oynamayı, sınıflar arası yarışmalar yapmayı vaad ediyoruz. Yarışmaları kazananlara da hep birlikte hazırlayacağımız bazı ödüller vermeyi. Belki bir yiyecek, içecek ikramı, hep birlikte keyfini çıkartacağımız dondurma ya da masum bir tatlı. Onun küçük aklına gelen ise her yardıma ihtiyacı olana yardım etmek. Zor ama ben başkan olursa bunu yapacağından eminim. Olmadan da yapmaya çalışıyor çünkü. O sorumluluğu üstlendiğinde çok daha fazlasını yapabilecek şevki olacaktır. Ve bugün başkan olma, müdür olma derdine düşmüş olan tüm yetişkinlerin öncelikli amaçları bu olsa işlerin nasıl da değişeceğini hayal bile edemeyiz. Sınıf atlar, çıtaları çatlatır, sınırları zorlarız. Ama derdimiz mümkün olduğunca kendimize yardımcı olmak.


Gelelim bir diğer seçim kazasına! Gizli sayım, aldığı oy açıklanmadan kendisine kazandın yada kaybettin denen adaylar. Sizce de bu garabet gerçekten tek partili demokrasi geçmişimizden kalmış olabilir mi? Akla ilk gelen bu oluyor ama ben sanmıyorum. Büyük ihtimalle işgüzarlığımızın pervasızlığından, baştan savma parkurlarında rekora doymayışından kalmıştır. Çocuk için uzunca bir süre olan iki haftalık sürecin sonunda, kaç oy aldığını dahi bilemeden seçilemediğini öğrenmek ne kadar hayal kırıklığı yaratır, bir eğitimcinin bunu düşünebilmesi gerekir. Çünkü yaptığı çalışmanın, arkadaşlarıyla iletişiminin, doğrularının ve yanlışlarının ona ne getirdiğini görmek, bundan sonra çizeceği yol için ona fikir verecektir. Görememekse sıkıntı verir, boşa geçmiş zaman hissi verir, heves kırar. Diğer yandan seçim sonuçlarına olan güvenini koruması, demokrasiye olan inancın temel şartı olsa gerektir. Otorite kabul ettiği, sevdiği, saydığı öğretmenleri tarafından aldatılıyor olma ihtimalinin aklına gelmesi dahi sarsıcı bir tecrübedir. Tüm öğrenme süreçlerini olumsuz etkiler.

Görüldüğü üzere, adil ve sorumlu davrananın istemsizce de olsa cezlandırıldığı bir süreçle öğretilen demokrasi, temelsiz bir bina gibi, çökmeye yaklaşan bir ahlak inşa ediyor. İşin sonunda varılan duruma şaşırmak, şikayetçi olmaksa malesef pek samimi değil. Sistemden önce eklemlerimizi elden geçirelim. Meseleleri birbirine bağlayan hareket noktalarımızı işlevsel yapılandıralım ki çocuklarımızın hareket kabiliyetlerini zedelemeyelim. Geleceğimizi inşa ederken yaptığımız harcın zayıf olmasına göz yummayalım. Bugünün işini yarım yamalak yapmayalım. Yarını hem yaşayacağız, hem yaşatacağız. Bugün öldürmezsek...