10 Eylül 2020 Perşembe

PAYLAŞMAMA ÖZGÜRLÜĞÜ

 

Artık herkes kendi dünyasının yıldızı. Sayıysal ve iki boyutlu ortamda her birimizin ayrı birer sosyal dünyası oluşu gerçekleşmiş bir ütopya sanılan distopya. Bu dünyanın en büyük sorunu olan “yalan ve sahte” kanıksanmış durumda. Yeni bir normal. Buna direnmekte ısrar edenler yok değilse de azınlık. Bu azınlık için bu sanal dünyayı gerçek dünyadan ayırmaya izin vermeyen ise elbette iman. Ancak imanın dereceleri olduğu da hepimizin mâlûmu. Kimi zaman muhakeme kabiliyetimizin, farkındalığımızın kimi zaman ise irademizin kuvveti paylaşımlarımızda ortaya çıkıyor. Öyle mi? Belki de paylaşmadıklarımız bunun asıl göstergesi. Bir yanlışı, binlercesinin, on binlercesinin tespit ettiği bir yanlışı, bir eğriyi, bir garabeti, bir musibeti farkedip onun üzerine konuşmak, yazmak marifet mi gerçekten? Yoksa sosyal medya, muhakemesine ve iradesine güvenenler için yeni bir alan mı açıyor?


Paylaşmamak! Çoğaltmamak! Normalleştirmemek!


Yanlışı, çirkini, iğrenç olanı “düşmüş bir kere” diyerek çoğaltırken eleştirdiğimizde, yerdiğimizde, hatta hızımızı alamayıp sövdüğümüzde bir fayda ortaya çıkarmış olmuyoruz. Aksine, amacı sadece şöhret şehvetini tatmin olanın bu yanlış işinin günden güne meşrulaşmasına, amacına ulaşmasına hizmet etmiş, onun gönüllü bir çalışanı (trolü de diyorlar) gibi davranmış oluyoruz. Bununla kalması umulur!


Kalmıyor çünkü. Bu hizmetimizin bize nasıl geri döndüğünün de farkına varamıyoruz. Bunun muhakemeyle ilgili olduğunu söylemiştik. Bakın muhakeme edemediğimiz nedir?


Yarı çıplak bir kadının seccade üzerinde fotoğrafı, toplumun ve dolayısıyla sosyal medyanın önde gelenlerince paylaşılıyor. Elbette amaçları yermek, yanlışı tespit etmek. Edilmese bunu bilmeyen var mı? Edildiğinde, mütedeyyin, dindar olduğunu bildiğimiz bu insanların hepsi yarı çıplak bir kadın fotoğrafı paylaşmış oldular mı? Bu konuda başka sorum yok sayın vicdanlarınıza.

 

Eski ve yeni fotoğrafların birlikte paylaşıldığı akıma cevaben veri toplanıyor uyarısı akımına kapılmayalım da daha günah alıcı bir noktadan girelim. Hayatının baharında, ileride tekrar değiştirebileceği bir karar alıp tesettüründen vazgeçmiş bir genç kızımızın paylaştığı eski ve yeni hâl fotoğraflarını paylaşmak, onu eleştirmek, açık hâlini, kötü örneği ifşa etmek müslümanca bir tavır mıdır? Yoksa hem aynı durumda olanları da kendini göstermeye teşvik etmek, hem benzer bir tereddüt yaşayanlara "ben de yapabilirim" hissi vermek, hem de belki hiç aklında olmayanın aklına düşürmek midir? Bunların vebali mi daha büyüktür, paylaşımımızın caydırıcı etkisi mi?


Maddi halinden tatminsiz, manevi hâlinden rahatsız, emekli ya da pinekli bir teyzenin esintiden ibaret bir iki satırını alıp onu bir anda herkesin tanıdığı bir teyze haline getiren binlerce, on binlerce, hatta yüzbinlerce takipçili sosyal medya önderlerimiz, bu paylaşımlarıyla neye katkı sunmaktadır? Ülkemizin dört bir yanında, evinin bir köşesinde veya balkonunda oturmakta olan kaç işlevsiz kişinin fikrini merak ediyor ve üzerinde tartışmaya değer buluyoruz? Bir an öncesine kadar kimsenin tanımadığı bu teyzeyi herkesin topuna hedef yaptıktan sonra bir top da kendisi atanlar, isabetlerinden hangi hazzı alıyorlar? Toplumu hangi beladan kurtarmış oluyorlar? Bu, musibeti önce musallat edip sonra savuşturma eylemi, alınan beğeni ve paylaşımlarla bir değere kavuşmakta mıdır?


Bunlar sadece bugünün örnekleri idi. Her gün binlercesiyle karşılaşıyor, bunlarla yaşıyor, kapılıyor, kaptırıyoruz. Sosyal medyada sınırsız özgürlük isteyenlere karşı kendi cephemizden atacağımız en tesirli mermi görmezden gelebilme, paylaşmama özgürlüğü olsa gerek. Paylaşmama, beğenmeme, çoğaltmama, yaymama tercihini yerinde kullanmak, çok yakında yazdıklarımızdan, söylediklerimizden önce gelecek, anlamlı olacak. Biz iyi ve doğru söylediklerimiz kadar kötü ve yanlışı söylemeyişimizle insanız. Sükut etme kabiliyetimiz bizi her tür cereyanlardan koruyacak, çarpılmamızı, çarpıtılmamızı, sapmamızı, saptırılmamızı, kanmamızı, kandırılmamızı, yanılmamızı, yanıltmamızı, zihinlerimizi bulandırmamızı, kalplerimizi karartmamızı önleyecektir.

2 Nisan 2020 Perşembe

SOSYAL MEDYA KURALLARIM

Artık rahatsızlığımı had safhaya ulaştıran SOSYAL MEDYA EDEBSİZLİĞİNE / İLKESİZLİĞİNE karşı kendi kurallarımı koyuyor ve bunlara uymayan hiçbir hesap ve paylaşımı dikkate almayacağımı beyan ediyorum.

Son gelişmelerle hayatımızdaki alanı genişleyen sanal alemde hakikâti kaybetmemek için bir devrime ihtiyaç var. Her virüsten daha tehlikeli yozlaşma tümörüne karşı tek neşter irade sahiplerinin elinde! Ben 25 madde ile başlıyorum.

Amacım; iletişimimizin temel ve en önemli dayanağı olan ahlâkımızı sanal-gerçek ayırmadan her alanda en üst dikkat düzeyine taşımak. İhmâl ettiğimiz ve kaybettiğimiz incelikleri yeniden göndere çekmek. Sanal alemde dosdoğru insan olmak!


1-Burada ismimle, cismimle varım. Sahte isimler ve belirsiz hesaplar arkasına saklanmam. Yazdıklarımın, paylaştıklarımın, beğendiklerimin, yaydıklarımın ahlâki ve kanuni tüm sorumluluğunu alırım. 

2-İsmini veya kurumsal kimliğini gizleyen bir hesap ile etkileşime girmem. Her an değişebilecek kimliğini ve görüşlerini yaymam. Gizlemiş olabileceği niyet ve amaçlarına alet olmam. Ona aleyhimde kullanabileceği kozlar vermem.

3-Teyit edemediğim bilgiyi, çarpıtmayı, yalanı düşünceme uygun ve lehimde de olsa beğenmem, yaymam. Dedikodunun parçası olmam, popülaritesine kapılmam. Zehir zincirlerine basit bir halka olmaktansa onları kıran, kesen olmaktan daha büyük keyif alırım.

4-İnsanları, din, dil, milliyet, ırk, cinsiyet, yaş, coğrafya, sosyal statü, eğitim durumu, gelir durumu ve benzeri herhangi bir ayrımcılık üzerinden rencide edecek, ötekileştirecek, uzaklaştıracak, üzecek paylaşımlar yapmam. Küçük düşürmeyi büyüklük sanmam!

5-Hiçbir şartta küfür etmem. Küçüklerimin, büyüklerimin, ailemin, akrabalarımın, üstlerimin bir arada olduğu bir odada nasıl konuşabilirsem burada da öyle konuşurum. Daha fazlasının burada olduğunu, kimse olmasa da bir gören, bir kayıt tutan olduğunu hatırlarım.

6-Fayda getireceğini düşündüğüm karşıt fikirlerimi, saygın bir dille ve muhatabımdan aynı şekilde karşılık bulduğum sürece paylaşırım.

7-Karşıt görüşlerini aykırı ve uç eylemlerle beyan edenleri, yaymaya çalışanları görmezden gelirim. İletişim kurulabilecek karşıtlıkla iletişim kurulmaması gereken karşıtlığı ayırabilirim.

8-Toplumsal ayrışmaya sebep olacak kısır tartışmalara girmem, taraflarını destekleyerek ayrışmaya katkıda bulunmam. Kışkırtıcı paylaşımların akışına kapılmam. Düşmanlaştırmak yerine herkesi düşüncesiyle başbaşa bırakıp faydalı bir ortak amaçta birleşme ihtimâlini kollarım.

9-Farklı düşündüklerim arasında iyiler, aynı düşünceyi paylaştıklarım arasında kötüler olabileceği gerçeğini unutmam. Birbirinin üstesinden gelemeyen düşüncelerden daha önemli olan; iyileri incitmemek, kötüleri azdırmamaktır.

10-Görmezden gelebilmek en büyük silahımdır. Bağnazca hareket edenleri ikna etmeye kalkışarak vaktimi boşa harcamam.

11-Benimle benim istemediğim veya kabul etmeyeceğim bir şekilde muhatap olmaya çalışanları doğrudan engeller, beni tartışma içerisine çekmelerine izin vermem.

12-Körü körüne desteklemem, körü körüne karşı çıkmam, desteklediğimin de muhalefet ettiğimin de eğrisine eğri, doğrusuna doğru demekten çekinmem. Sadece tarafsız kalmamak için taraf olmam, doğruyu ve güzeli ararım.

13-Beni iki yanlıştan, iki kötüden birini seçmeye zorlayanlara karşı tek başıma da olsa, kendi ifadelerimle, inandığım doğruyu savunur, zoraki tercihlere, dayatmalara, tarafgirliğe teslim olmam.

14-Eleştirilerim, yergilerim, konuyla ilgili çözüm önerisi veya talebi içerir. Doğrusunu, daha iyisini bilmediğime yanlış demekten, daha iyisini ortaya koymadığıma kötü demekten çekinirim. Kişiyi değil işini değerlendiririm.

15-Beğeni, paylaşım, takipçi için bana yakışmayan, beni temsil etmeyen, beni yansıtmayan paylaşımlarda ve hareketlerde bulunmam. Bir kesesinde sosyal medya çıkarı bulunan terazinin diğer kesesine benliğimi koyup hafif gelmesini beklemem.

16-Yanıltılabileceğimi, yanılabileceğimi her zaman göz önünde bulundurur, kaosa, paniğe veya münferit kontrolsüz davranışlara yol açacak bir dil kullanmaktan kaçınırım. Zaruri tepkilerimi, dilimi sertleştirerek değil, etkinlik alanımı genişleterek amacına ulaştırmaya çalışırım.

17-Rüştünü ispatlamış, işinin ehli, toplumca veya belirli bir kitle tarafından benimsenmiş insanlarla, kendimi aynı düzeye yükselterek veya daha üst perdeden konuşmam. Sanal dünya ile gerçek dünya arasında bir fark olmadığını hatırlar, gerçek mesafemin gereğince hitap ederim.

18-Fizikî temas imkanı bulamayacağım insanlarla temas etme fırsatı sunan sanal ortamları en akılcı şekilde kullanır, bu temas ihtimalini kaybetmek yerine korumayı ve ondan faydalanmayı öncelerim. Makul bir yol izlediğimde, muhatabım da gerek görürse karşılık bulacağımı bilirim.

19-Emeğe, bilgiye ve tecrübeye saygı duyarım. Bunlar olmadan yaptığım, yapacağım yorumların gerçek bir değeri olmadığını bilirim. Paylaşımımın çok beğeni alması; sokakta bağırarak söylediğim bir cümlenin, sadece bir an, oradan geçen herkes tarafından alkışlanması gibidir.

20-Fikirlerimin hiç kimseninkilerle yüzde yüz örtüşmeyeceğini bilir, takip ettiğim veya beni takip eden insanlardan her şartta benimle aynı şekilde düşünmelerini beklemem. Farklı düşünceler, kendi düşüncemin sebep ve sonuçlarını tartmam için fırsattır.

21-Aynı sözcüklerin duyulduğunda farklı, okunduğunda farklı algılanabileceğini hatırlayarak, yazdıklarımı mimik atanmadan anlaşılacak şekilde yazmaya, muhatabımın yazılarını zihnimde ona mimik atamadan yorumlamaya özen gösterir, tekraren kontrol ederim.

22-İyiyi, güzeli, erdemli içerikleri, haklı ve makul uyarıları, uzmanlığına güvendiğim insanların verdiği bilgileri, insanları birbirine yaklaştıracak, olumlu etkileyecek, iyiliğe ve birlikteliğe teşvik edecek paylaşımları üretir ve yayarım.

23-Kötü örneği, kötülüğü, çirkinliği, suçu, ahlâksızlığı, eleştirmek ve yermek için dahi olsa yaymam. En az etki ile yok olması için yegâne yolun onu yok saymak, çoğaltmamak olduğunu hatırlarım. İhbar ve şikayetimi gizli yaparım.

24-Toplu eylem gerektiren ihbar, şikayet ve taleplerimi ilgili kurumlara ulaşacak şekilde, sadece onların dikkatini çekmek amacıyla yapar, varsa uygunsuz içeriği gizler, resmi bir başvuru sırasında kullanabileceğim dili kullanır, gereğini yetkililerden beklerim.

25-Bir yanlış yaparsam telafi ederim. Kurallarıma uymayan bir paylaşımımı geri almak, özür dilemek sorumluluğundan kaçınmam. Yanlış olduğunu kabullendiğim bir paylaşımımı ortada bırakarak yayılmasının önünü açmam.


24 Şubat 2020 Pazartesi

TUFANIN SONRASI DA MI TUFAN?

Tüm tedbirlerimizi alıyoruz ve o tedbirler de bizi ancak bir nebze koruyacak. Çünkü bugüne kadar bizi dünyanın tehlikelerinden koruyacak bir hayat kurmadık. Tevekkül etmeden tedbir aldık. Önce tedbir alıp sonra tevekkül etmek gerektiğini sandık. Önce tevekkülümüzü hakkıyla yapıp, hayatımızı O'nun dediğine göre yaşamadık. Biz hayatımızı kafamıza göre yaşarken karşımıza çıkabilecek tehlikelere karşı da kendimizce önlemler geliştirmeyi, bazense ona dahi tenezzül etmemeyi seçtik. Ne de olsa zaman hızla geçiyordu ve bize dokunmazdı. Dokununca ağladık tabii. Şikayet ettik. "Nerde bu devlet?" falan dedik yeri geldiyse. Çünkü insanın kendi için almadığı tedbiri devlet almalıdır. Doğrudur, almalıdır. Ama o devlet dediğiniz de sizinle aynı fikirde olan, devletin bir parçası olduğu halde tıpkı sizin gibi afâkî bir devlet tahayyülünden beklenti içinde yaşayanlardan oluşuyor. Yani hep beraber birilerinin bizi kurtarmasını bekliyoruz. O birilerinin de bundan haberi yok, onlar da aynı şeyi bekliyorlar. 

Şimdi önümüzde iki tehlike var; büyük deprem ve salgın. Farkına varmamız gereken şu ki bunları yaşayacağımızı ve çok büyük kayıplarla yaşayacağımızı hepimiz biliyoruz ve bunu hepimiz kabullendik. Devlet de yine tıpkı bizim gibi düşünüyor olmalı. Eğer ortada bir devlet aklı varsa bu saatten sonra muhtemelen yüzbinlerce insan ve paha biçilemez mal kaybı yaşandıktan sonra hayatta kalabilenlerin nasıl yaşatılacağı daha önemli bir konu haline gelmiştir. Hayatta kalabilenler derken; enkaz altında kalabilenleri, enkaz üstünde kalabilenleri, virüse yakalanıp da sağlık hizmetine ulaşamayacak olanları kastetmiyorum. Onların gözden çıkartılacağından emin olabiliriz. Zira dünyanın şu durumunda dış yardım işgâle, iç yardım ise imkansızlığa tekabül ediyor. Belki de binlerce binanın enkazını kaldırmakla uğraşmayacak, üstünü örteceğiz. Belki de bazı sevdiklerimizin mezarları dahi olmayacak. Çin'de olduğu gibi hasta olduğundan emin olunanları evlerine hapsederek ölüme terk etmeyi veya öldürmeyi tercih etmeyeceğimizi ortaya koyan bir toplumsal sevgi bağımız var mı, tartışılır. Yaşayan nesillerimizin henüz yoklukla imtihan olmadığı ve hatta şımardığımız bile rahatlıkla söylenebilir. Olaya böyle bakınca doğrudan "beklediğimiz bu tehlikeler tufan" diyebiliriz. 

Pekiyi ya tufandan sonrası?

"Bizim bir medeniyet teklifimiz var." deyip durduğumuz o medeniyete mi döneceğiz. Yoksa kaldığımız yerden bize teklif edilmiş ve içine balıklama atladığımız o çürük sisteme mi döneceğiz. Yine mal mülk, haz eğlence peşinde mi koşacağız. Yoksa artık insan olmanın anlamını aramaya başlayacak mıyız? Daralan vakte artık kurtuluş fırsatı olarak mı bakacağız yoksa yaşanmadık haz kalmasın hırsıyla koşmaya devam mı edeceğiz?

Diyorum ki; AVM'leri yıkıp gönül mabetlerine, gönül bahçelerine, gönül sohbetlerine, gönül sokaklarına dönebilecek miyiz? Kılık, kıyafet, araba, ev, tatil, mücevher peşinde tükenmeyi bırakıp, kalbin aynası olan gözler yerine doğrudan kalplere hitap eden parıltıları kendimizde arayacak mıyız? Ekranlarla avunmak yerine sınırlı vaktimizi çocuklarımızla geçirecek miyiz? Konuşmayı unutan, hatta hiç başlayamayan yeni nesli tekrar konuşturabilecek miyiz? İftar sofrası dediğimiz, serpme kahvaltı dediğimiz israf sofralarından kalkabilecek miyiz? Oynamadığımız topu cenaze, şehadet, felaket demeden konuşmaya, tartışmaya, izlemeye son verecek miyiz? Yemememiz gerekenlerden, içmememiz gerekenlerden, izlemememiz gerekenlerden, özenmememiz gerekenlerden, oturakalmaktan, konuşadurmaktan, hayatımızı mahvettiğini bildiğimiz ama vazgeçmediğimiz herşeyden vazgeçecek miyiz?

Salgına ya da depreme, algoritma kontrolünde yaşar bir hâle, makine-insanlaşmaya, tamamen makineleşmeye maruz kalmadan insanın ruhta gizli olduğunu, özgürlük peşinde koştuğumuzu sanarken özgürlüğün sahibi olan ruhumuzu, bir sistemin esiri olmuş bedenlerimize hapsettiğimizi fark edecek miyiz?

Bize teklif edilmiş medeniyete balıklama atlamışken bizim de bir medeniyet teklifimiz olduğundan bahsediyoruz. "Aaa hiç göstermiyorsunuz vallahi!" derler adama. Yapmadığımız, yaşamadığımız ama var olduğuna inandığımız hazineyi konuşuyoruz. Sanırım biz nasıl yaşanılacağını bilmiyoruz ve bazılarımız hiç öğrenemeyecek. Nasıl yaşlanılacağını planlamamışız ve bazılarımız sanki hiç ölmeyecek. Eğer yeni bir hayat kurmayı hayal etmiyorsak tufandan sonrası da tufan olacak.

ruh çöküntüsü ile ilgili görsel sonucu