Artık herkes kendi dünyasının yıldızı. Sayıysal ve iki boyutlu ortamda her birimizin ayrı birer sosyal dünyası oluşu gerçekleşmiş bir ütopya sanılan distopya. Bu dünyanın en büyük sorunu olan “yalan ve sahte” kanıksanmış durumda. Yeni bir normal. Buna direnmekte ısrar edenler yok değilse de azınlık. Bu azınlık için bu sanal dünyayı gerçek dünyadan ayırmaya izin vermeyen ise elbette iman. Ancak imanın dereceleri olduğu da hepimizin mâlûmu. Kimi zaman muhakeme kabiliyetimizin, farkındalığımızın kimi zaman ise irademizin kuvveti paylaşımlarımızda ortaya çıkıyor. Öyle mi? Belki de paylaşmadıklarımız bunun asıl göstergesi. Bir yanlışı, binlercesinin, on binlercesinin tespit ettiği bir yanlışı, bir eğriyi, bir garabeti, bir musibeti farkedip onun üzerine konuşmak, yazmak marifet mi gerçekten? Yoksa sosyal medya, muhakemesine ve iradesine güvenenler için yeni bir alan mı açıyor?
Paylaşmamak! Çoğaltmamak! Normalleştirmemek!
Yanlışı, çirkini, iğrenç olanı “düşmüş bir kere” diyerek çoğaltırken eleştirdiğimizde, yerdiğimizde, hatta hızımızı alamayıp sövdüğümüzde bir fayda ortaya çıkarmış olmuyoruz. Aksine, amacı sadece şöhret şehvetini tatmin olanın bu yanlış işinin günden güne meşrulaşmasına, amacına ulaşmasına hizmet etmiş, onun gönüllü bir çalışanı (trolü de diyorlar) gibi davranmış oluyoruz. Bununla kalması umulur!
Kalmıyor çünkü. Bu hizmetimizin bize nasıl geri döndüğünün de farkına varamıyoruz. Bunun muhakemeyle ilgili olduğunu söylemiştik. Bakın muhakeme edemediğimiz nedir?
Yarı çıplak bir kadının seccade üzerinde fotoğrafı, toplumun ve dolayısıyla sosyal medyanın önde gelenlerince paylaşılıyor. Elbette amaçları yermek, yanlışı tespit etmek. Edilmese bunu bilmeyen var mı? Edildiğinde, mütedeyyin, dindar olduğunu bildiğimiz bu insanların hepsi yarı çıplak bir kadın fotoğrafı paylaşmış oldular mı? Bu konuda başka sorum yok sayın vicdanlarınıza.
Eski ve yeni fotoğrafların birlikte paylaşıldığı akıma cevaben veri toplanıyor uyarısı akımına kapılmayalım da daha günah alıcı bir noktadan girelim. Hayatının baharında, ileride tekrar değiştirebileceği bir karar alıp tesettüründen vazgeçmiş bir genç kızımızın paylaştığı eski ve yeni hâl fotoğraflarını paylaşmak, onu eleştirmek, açık hâlini, kötü örneği ifşa etmek müslümanca bir tavır mıdır? Yoksa hem aynı durumda olanları da kendini göstermeye teşvik etmek, hem benzer bir tereddüt yaşayanlara "ben de yapabilirim" hissi vermek, hem de belki hiç aklında olmayanın aklına düşürmek midir? Bunların vebali mi daha büyüktür, paylaşımımızın caydırıcı etkisi mi?
Maddi halinden tatminsiz, manevi hâlinden rahatsız, emekli ya da pinekli bir teyzenin esintiden ibaret bir iki satırını alıp onu bir anda herkesin tanıdığı bir teyze haline getiren binlerce, on binlerce, hatta yüzbinlerce takipçili sosyal medya önderlerimiz, bu paylaşımlarıyla neye katkı sunmaktadır? Ülkemizin dört bir yanında, evinin bir köşesinde veya balkonunda oturmakta olan kaç işlevsiz kişinin fikrini merak ediyor ve üzerinde tartışmaya değer buluyoruz? Bir an öncesine kadar kimsenin tanımadığı bu teyzeyi herkesin topuna hedef yaptıktan sonra bir top da kendisi atanlar, isabetlerinden hangi hazzı alıyorlar? Toplumu hangi beladan kurtarmış oluyorlar? Bu, musibeti önce musallat edip sonra savuşturma eylemi, alınan beğeni ve paylaşımlarla bir değere kavuşmakta mıdır?
Bunlar sadece bugünün örnekleri idi. Her gün binlercesiyle karşılaşıyor, bunlarla yaşıyor, kapılıyor, kaptırıyoruz. Sosyal medyada sınırsız özgürlük isteyenlere karşı kendi cephemizden atacağımız en tesirli mermi görmezden gelebilme, paylaşmama özgürlüğü olsa gerek. Paylaşmama, beğenmeme, çoğaltmama, yaymama tercihini yerinde kullanmak, çok yakında yazdıklarımızdan, söylediklerimizden önce gelecek, anlamlı olacak. Biz iyi ve doğru söylediklerimiz kadar kötü ve yanlışı söylemeyişimizle insanız. Sükut etme kabiliyetimiz bizi her tür cereyanlardan koruyacak, çarpılmamızı, çarpıtılmamızı, sapmamızı, saptırılmamızı, kanmamızı, kandırılmamızı, yanılmamızı, yanıltmamızı, zihinlerimizi bulandırmamızı, kalplerimizi karartmamızı önleyecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder