26 Ağustos 2014 Salı

OKUMA NOTLARI: Sezai Karakoç Kitaplarından Seçmeler 4



RUHUN DİRİLİŞİ (1974)


Yazar Nietzsche' "tanrı ölmüştür" söylemini ve Marx'ın da bu çizgiye gelişini ruhlarının ölümlerine bağlıyor. Tıpkı havarilerinin Hz. İsa'nın kaybı sonrası kendi ruhlarına olan inançlarını yitirmeleri, çöküş yaşamaları, bundan dolayı kendilerini suçlamaları ve kendi ruhlarını çarmıha gerip bunu İsa'ya atfetmeleri gibi, çarmıha gerilenin İsa olmadığı gibi, ölenin de tanrı değil ondan uzak kalanların yeni bir madde dirilişine heveslenen ruhları olduğunu açıklamış.

İsrail kavminin ve Hintlinin ineği, Mısırlı'nın Apis öküzünü kutsallaştırması ile müslümanın dünya düzenini ortaya koyan Bakara (inek, sığır) suresine bakışını kıyaslayarak madde ve mana bakışları arasındaki farka işaret etmesi çok çarpıcı. Tüm dinlerin temellerindeki sembollere maddesel bakış islamın anlama ulaştırmasıyla sonlanıyor. 

Hz. İbrahim'i milletle, Hz. Yusuf'u devletle birlemiş. İbrahim etrafına baktı ve ilahını kendi seçti. Yusuf ise rüyasında kendisine secde edilen, yani seçilendi. İbrahim topluma hitap etti ve insanları etrafında topladı, Yusuf ise toplanmış olan insanlara hükmetti. İbrahim ateşle muhatap oldu, ateşi aşmak ilahi bilgiye ulaştırdı. Yusuf ise zindanla. Zindan devletin cezasıydı, kapısı devlete açıldı.

Hz. İbrahim Babir-Mısır kutuplaşmasını, Hz. Musa Mısır-Medyen ve Mısır-Kenan kutuplaşmalarını, Hz. Yusuf Filistin-Mısır kutuplaşmasını ve peygamberimiz Mekke-Medine kutuplaşmasını yaşadılar. Peygamberlerde hicret bir kutuptan diğerine kayış, sonra inkar kutbuyla inanç kutbunun karşılaşması, sonrada kutuplar arası zıtlığın inanç potasında erimesiyle sonuçlanır. Hicretle başlar gidiş, fetihle biter dönüş. 

8 ay önce yazdığım "Puta Tapmak" başlıklı yazımda anlatmaya çalıştıklarımla birebir örtüşen bir görüşe, fikre sahip olması tefekkürümün başarısı açısından beni sevindirdi. 

Sartre, Camus, Nietzsche, Tolstoy, Dostoyevski gibi filozof ve yazarların ölüm sonrası dirilişle mücadelelerini, varoluş üzerine görüşlerini ve bu düşüncelerin onlara yaşattıklarını açıklıyor. Bu düşünürlerin tamamı ölümden sonra diriliş yerine ruhun bu dünyada dirilişi üzerinde durmayı tercih ederken, dindar denilebilecek filozoflardan olan Kierkegaar dahi eserlerinde ahiretten bahsetmemiştir. Bu da batı medeniyetinin ahiretsiz bir din görüşünü alt yapı olarak kurduğunu, üzerine de cennetsiz, cehennemsiz bir hristiyanlık inşa ettiğini gösteriyor.


Ölümü düşünen, ölümle iç içe yaşayan medeniyetlerde hayat aydınlık, ferahlatıcı, iyimser iken maddeci bakış nedeniyle ölümden uzak durmaya çalışan medeniyetlerde ise karanlık, kötümser bir ruh hali ve dünya hayatı vardır. Aksi beklenen her iki durum da ilgili medeniyetlerin sanatlarına ve edebiyatlarına apaçık şekilde yansımıştır. Bu, ölümden sonrasıyla ilgili soruları sormanın veya sormamanın, cevap alabilmenin veya alamamanın sonucudur. 

İSLAM (1985)

Bir çok soyut kavram üzerine yorum ve görülerini paylaşmış ancak bunlar benim anlayışımın ve görüşümün yetersizliğinden olacak ki henüz kapıları aralamıyor. Somut tespit ve analizlerinden oruç-çocuk ilişkisine değindiği kısım bu gündelik konuya farklı bir bakış getirmiş. Çocukluktaki baba kavramının batı medeniyetinde tanrı baba kavramıyla paralel ilerlemesi, ergenliğe geçişle tanrı babadan alelade babaya geçişin ani olması, babanın değerini yitirmesine ve önce baba ile sonra aile ile bağların kopmasına sebep oluyor. İslamda ise çocuğun büyümesinin bir ispatı olan oruç, ergenliğe geçişte çocuğun, kendisinden de babasından da üstün bir gücü idrak etmesini, birlikte onun önünde eğilmenin kaynaştırıcı etkisiyle birinci babadan ikinci babaya yumuşak geçmesini sağlar. 

İslam üzere yaşanan bir evde, çocuk bakışıyla büyümenin sembolünün sigara içmek değil oruç tutabilmek olması hoş ve çok önemli bir tespit. 

Dinlerin putlaştırmaya yönelişi ve islamın buna karşı duruşu konusuna değinirken Claudel'in mihrabı put olarak görmesindeki aldanışı açıklamış; ibadetlerini bir çok mum, heykel, ikona gölgesinde yapanların ibadetin muhatabı değil abidin yeri olan mihrabı put olarak görmelerine şaşırıyor. Gerçekten de mihrap hiçbir müslümanın imamın durduğu yerden başka bir anlam yüklemediği birşeydir. Diğer yandan islamın kutlu olduğu bildirilen Kadir gecesini dahi gizleyerek putlaşmasını önleyecek kadar ince bir çizgi üzere kurulmuş bir düzen olduğunu ve bunun da ilahi oluşunun diğer bir ispatı olduğunu söylüyor.  

Batının ceza hukuk sistemindeki aksaklık ve eksikliklerin islamın kısas sistemiyle teoride de pratikte de nasıl çözülebildiğini ve nasıl adil olabildiğini örneklerle göstermiş. Zaten bunu her birimiz yaşıyor ve tanık oluyoruz. Somut suçlara (cinayet, yaralama, tecavüz, hırsızlık, vb.) soyut cezalar (hapis, para) vererek ne mağdurları rahatlatabiliyor, ne de suçluları ıslah edebiliyoruz. Canlı suçlara ve suçlulara (katil, hırsız) ölü cezalar (hapis, para) verilmesi, farklı suçlara (cinayet, hırsızlık) aynı nitelikte niceliği farklı cezalar (süreleri farklı hapis cezaları) verilmesi suç-ceza ilişkisinde kopukluk ve dolayısıyla tatminsizlik getiriyor. Medeniyetin son noktası denilen sistemler insanlık tarihinden bu yana gelen sorunların çözümünde en ufak bir ilerleme kaydedememiş durumdadır. Kısas ile tüm bu sorunlar ortadan kalkarken, aslında müsamahakar gibi görünen ceza sistemlerinin ruhu öldürdüğü, hayatın sağlıklı şekilde devamı ihtimalini ortadan kaldırdığı, ancak adilane bir hesaplaşmanın hayatın devamına olanak sağladığı, biraz düşünülürse kolayca anlaşılabilir. 

Ekonomik karşılaştırmalar önceki eserlerle benzerlikler taşıdığından tekrar değinmeye gerek görmüyorum.

- o -


Armağan, Hızırla Kırk Saat, Çağdaş Batı Şiirinden adlı eserleri şiir ve hikaye içerikli olduğundan üzerine yorum yapmaksızın okumak, yorumu okuyanın kendisine bırakmak daha uygun düştü. 

Son olarak;

"Tüveyç" ve "muştu" kelimeleri hazineye eklenen yeni mücevherler oldu. "Sanrı" yerine "sanı" kelimesinin kullanılması gerektiğini savunurken yazarın da tercihini bu şekilde kullandığını gördüğüm için de ayrıca mutlu oldum. Somut ve soyut kelimeleri yerine konkre ve abstre gibi dilimize zorlasak da girmeyecek kelimeleri tercih etmesine de aynı ölçüde şaşırdım. 


23 Ağustos 2014 Cumartesi

OKUMA NOTLARI: Sezai Karakoç Kitaplarından Seçmeler 3



ÇAĞDAŞ BATI DÜŞÜNCESİNDEN (1997)

Gabriel Marcel'den


Filozof uyanık durmalı, harpten önce harbi gerektirecek şartlarla savaşmalı, bir grup insanı öbür grup insanın karşısına koyan "propaganda"yla mücadele etmelidir. Hatta bu bir paradoks gibi görünse de sulh propagandası ile bile... Çünkü: tarih göstermiştir, çok defa bu nevi sulh propagandaları , şuursuz bir şekilde, aksi propagandanın maskesidir, oyuncağıdır ve onun hesabına işler. 

Martin Heidegger hakkında

Michel Palmier Heidegger hakkında şöyle diyor; "Hiç bir doktrin getirmek niyetinde olmadığını, <sadece kuru samanları yakmak> amacında olduğunu söyledi. Bir doktrin getirmemekle beraber, dünyaya bakışımızın değişmesinde büyük katkısı oldu kuşkusuz." Bu ifade Şems-i Tebrizi'nin yeniden imar için her şeyi yıkma misyonunu hatırlatıyor. 

Heidegger'i çağın en büyük filozofu olarak tanımlayan Jean Lacroix, onun sorulara yeni çözümler getiren değil, yeni ve ebedi sorulan soran biri olduğunu söylüyor. Lacroix'e göre Heidegger'in derdi modern çağın insanı uzak tuttuğu hakikat sorunudur. Hakikat sorusuna yönelmeyişi uyku , unutuş ve düşüş olarak tanımlıyor. Bizde ise bunun net ve tek bir karşılığı var; gaflet...

Jean Guitton'un Heidegger'den duyduğu son söz enteresan; "çok defa kullandığım angst kelimesi fransızcaya angoisse (sıkıntı, bunaltı) olarak çevrildi. Pek doğru bir çeviri değil bu. Kasteddiğim anlam kendinden yoksunluktur. Sartre'ın yoksama (nihil) anlamında kullandığı hiç (neant) kelimesi de tam tersi bir anlamdadır. "Angst"a en iyi karşılık, olsa olsa, budizmdeki zen kavramı olabilir."

Andre Malraux'un büyük sözü

Düşüncemiz sizinki gibi bir bilginin sonucu değil, bir bilginin hazırlığı, sarıp sarmalanışıdır, mahfazasıdır. Siz hissettiğinizi analiz edersiniz, biz duymak için düşünürüz.

Bu düşünme, düşünce tanımı tefekkürün tam karşılığı. 

İSLAMIN DİRİLİŞİ (1966-1967)

O dönemlerde komünizm etkisindeki Avrupa ve bununla mücadele içindeki Amerika'yı kapsayan batı medeniyetinin çıkmazına karşılık gelişecek anti-tez ihtimallerini değerlendiren yazar öncelikle Çin ve Afrika potansiyelleri üzerinde duruyor. Afrikanın bilinçaltındaki boşluk, Çin'in ise medeniyet olduğu dönemlerin üzerinden çok uzun zaman geçmesi nedenleriyle yeni bir tez ortaya koyamayacakları, aynı anda da islam medeniyetinin bu coğrafyalara uzanmaya başlaması doğacak anti-tezin ancak islam medeniyeti olabileceğini gösteriyor. İslam, Avrupa ve Amerika'ya da nüfuz edebilen tek tez olması özelliği ile de yükseliyor. 

Bugün batı tezi komünizmden kapitalizme dönmüş olsa da yaşanan çıkmaz ve açmazlar aynıdır. O günden önü alınmaya çalışılan anti-tez islamın ise yükselişi sürmektedir. Buradaki yükseliş islam toplumlarının değil islam anlayışının yükselişi olarak anlaşılmalıdır. Aslında bu anti-teze batı da ihtiyaç duymaktadır. Bu ihtiyaç batı medeniyeti ile doğu, Asya ve Afrika'yı çatışmaksızın bütünleyebilme ihtiyacıdır. İslamın tüm bu coğrafyalarla geçişkenlik sağlamış Anadolu merkezli yapısı birleştirici, bütünleyici, bağ kurucu tek yapı olmasını sağlıyor. 

Bugüne ışık tutan öngörüsü;

Yazarın bu diriliş için ortaya koyduğu ve bir önceki sonlandırılmaksızın aşılması gereken aşamalar, düşüncede, inanışta, sanat ve edebiyatta, davranışta diriliş olarak sıralanıyor. 50 yılı aşkın süre geçmiş olmasına rağmen düşünce ve inanışta aksiyon alamamış olmamız batı medeniyeti etkisinde yetişme tarzımızdan kaynaklanıyor. Kültür emperyalizmine maruz kalan, batıya adapte olmuş, batılılardan çok kendi kültürüne direnmekte, onunla savaşmakta olan gençlerimiz tarafından islam modeli bir alternatif olarak dahi göz önüne alınmamaktadır. Alternatifleri zevklerine, zekalarına, yetişme tarzlarına, mizaçlarına göre Alman, Rus, Fransız, İngiliz, Amerikan ideolojileri, rol modelleridir. Bu narsist, aşağılık duygusundan beslenen, batı romantizminin etkisiyle süregelmiştir. Bütün bu modellere karşı tek anti-tez olan islamın bu gençlerce desteklenmemesi için, muhalefet enerjilerini kendi toplumları içinde kendi toplumlarına karşı harcamalarını sağlayacak suni sorunlar yaratılmıştır. Düşüncede ve ardından inanışta diriliş bu kısır döngü içerisinden çıkarak kendi medeniyet anlayışını ortaya koymak için atılması gereken ilk ancak en büyük adımdır. 












22 Ağustos 2014 Cuma

OKUMA NOTLARI: Sezai Karakoç Kitaplarından Seçmeler 2




MEVLANA (1988-1989)

Yazar kitaba, alışılmışın aksine Hz. Mevlana'nın misyonuna jeopolitik ve siyasi bir bakışla açıklama getirerek başlıyor. Haçlı seferlerinin ardından manevi ve maddi olarak çökmüş durumda olan Anadolu toplumunun, İslam aleminin geleceği ve Kudüs'ün korunması açısından önemi nedeniyle, Moğol istilasına maruz kalmadan hemen önce, tamirini ve dirilişini sağlamak üzere bir kurtarıcı olarak geldiğini söylüyor. İrşad görevini babasına ve O'nun öğrencilerine bırakan Mevlana, dönemin hükümdarları ile ilişki içerisinde Anadolu'nun manevi ve maddi imarına katkılarda bulunuyor, örgütlenmeyi sağlıyor. 

Şems'in, Mevlana'nın yeniden imarına ortam hazırlayan mevcut düzeni yıkıcı görevini çok güzel açıklamış. Mevlana ile Şems'i birleyip, sanki Mevlana'nın söylemek istediklerini Şems'in dilinden söylediğini sonra da kendine cevap vererek konuyu tamamladığını anlatıyor. 

Hz. Mevlana'nın eserlerinden olan Yedi Meclis (Mecalis-i Seba) hakkında yazdıkları, bende eser ile ilgili merak uyandırdı. Okuma şevki verdi.

Menkıbeleri analizi etkileyici; Hz. Mevlana'nın papazla karşılaşmasına diyalog, tebliğ, fizik kondisyon, irade ve riyazet açılarından baktıktan sonra Hz. Musa'nın büyücülerle karşılaşması kıssası ile ilişkilendirip Kur'an bakışı ile tamamlıyor. Portresinin çizilmesine müsade etmesi ancak ressamın her baktığında farklı bir Mevlana görmesi nedeniyle resmi tamamlayamaması kıssası, ilmi, niyeti ve özü sağlam olanın amelde hataya düşmekten korunduğunun ispatı.

Mevlana'nın olmayan ancak Mevlana'yı islamdan ayrıştırmak isteyenlerin farklı anlam yükledikleri "Gel, gel, yine gel. Ne olursan ol yine gel!" dizesiyle başlayan şiire Mevlana'nın yüklediği anlamı devamındaki dizeler üzerinden net bir şekilde açıklamış. "Burası ümitsizlik dergahı değildir. Tövbeni bin kere bozmuş olsan da gel!" ifadesinin, çağrılanları olduğu gibi kabul etmek üzere değil, bulundukları ümitsizlik girdabı içerisinden çıkmalarını sağlamak, feraha kavuşturmak, geri dönüşsüz bir tövbeye, affa, hidayete ermelerini sağlamak için çağırdığını açıkça gösteriyor. 

Mesnevi'nin bir Kur'an eğitim kitabı olduğunu, özellikle Farsça yazılarak, Türk dilinin egemen olduğu coğrafyada her yüzyılda yeniden güncel şekilde şerh edileceğinden güncel bir eğitim kitabı olma özelliğini korumasının sağlandığını söylüyor. Böyle bir yol gösterici ışığın yanında batıcı, devrimci, marksist fikirlerin Anadolu'nun kendilerince şekillenmesinde ancak bir mum kadar etkili olabileceği tespitinde bulunmuş. Bu yetersizliğin Mesnevi'yi yıpratma dürtüsü doğuracağını ancak bu çabaların O'nu özünden koparamayacağını ön görmüş ve bunun bugün fazlasıyla yaşandığını görüyoruz.

Yazarın bir çok eserinin ana teması olan diriliş düşüncesinin Hz. Mevlana'dan temellendiği hissediliyor. İslamın ve islam toplumlarının yeniden yükselişi için O'nun hareket ve düşünce tarzının benimsenmesi gerektiğine, bu dirilişin her çöküşten sonra aynıyla tekrarlanacağına inanıyor.

Hz. Mevlana'ya olan muhabbetimizin ve onu anlama azmimizin bugünün dünyasında, Türkiye'sinde ve islam aleminde ne kadar önemli olduğunu, bunun içsel bir yolculukla birlikte aynı zaman dış dünyaya etki edebilecek bir dönüşümün bir parçası, çocuklarımızın geleceği olduğunu hissettim.


GÜNDÖNÜMÜ (1976)

Diriliş mucizesinin ortaya çıkışı ile kazanılacak hallerden birini şöyle tanımlıyor; "En yoksul evde bile hayatın maddi zaruretlerinin ötesine uzanan bir kaygı doğsun, bulunsun." Bugün ise maddiyat sıkıntısı ile boğuşan fakirler kadar tam aksi durumda olan zenginlerin de maddiyat ötesi bir kaygıya sahip olmadığını görüyoruz. Yine en iyi durumdakiler orta yoldakiler oluyor. Anlaşılıyor ki her iki uçtakiler de maddi kaygı ötesine geçip yaratılış amaçları üzerine düşündüğünde diriliş mümkün olacak.

"Binbir haber, bilgi, görüntü, ve etki toz toprak yığını içinden, kendi varoluş anlamına uygun düşen diriliş terkibini yakalama çabasını ömür boyu sürdüren ve ölümün önüne, elinde seçme merceği giden insandır diriliş eri."

"Birleştiricidir, ayırt edici değildir. Ama özde ve ruhta ayrı olanların görünüşte bir arada oluşundan fazla bir fayda beklemez. Bu nevi toplaşmaların, ilk güçlükte tuzla buz olmuş gibi dağılacağını bilir." 

Ölümü bilmek ve sürekli hatırda tutmak ölümde boğulmak demek değildir. Denizi bilmeyen denize girince boğulur, denizi bilen ise denizde yaşar. Ölümü bilerek, hayatına karıştırarak yaşamak hayattır. Ölümü bilmeden yaşamak ise ölmektir. Ölümü bilmeyen ve hatırlamayanın ölüme karşı bağışıklığı yoktur. 

Ölüm ötesi bilinci olan uygarlıklar kalıcı, maddeci uygarlıklar ise kısa ömürlü olmuşlardır.

"Emaneti ehline veriniz" öğüdü genellikle işi bilene teslim etmek gibi algılansa da yazarın açılımı, her insanın sahip olduğu her şeyin bir emanet olması ve ona hakkıyla sahip çıkmadığında geri alınacağı yönünde. Bu bana kişinin başta değerleri, ailesi ve malı olmak üzere sahip olduğu her şeyi ehil bir şekilde değerlendirmesi gerektiğini hatırlattı. Amir olmak, baba olmak, eş olmak, komşu olmak, arkadaş olmak, müşteri olmak, satıcı olmak, yardımcı olmak, hakem olmak, işçi olmak, yolcu olmak, konuk olmak, ağırlayan olmak, lider olmak, vatandaş olmak gibi tüm oluşlar bir ehliyet gerektiriyor ve muhataplarını emanet olarak kabul etmeyi gerektiriyor. Tek başına bu söz bütün hayatı düzene sokmaya yetecek derinlikte. 

Diriliş çağrısını tasavvufi bir murşid-murid ilişkisi ile değil, birlikte kurtuluşun yolu olarak tanımlıyor. Başka bir bölümde de şeytanın ayartıcılığını kişiyi yoldan saptırma çabası değil, yanlışına ortak arama, yenilgisine paydaş arama, cezasına arkadaş arama çabası olarak tanımlıyor. Her iki tanımından kaybedişin de kazanışın da bir birliktelikle olacağını, önemli olanın hangi safta duracağını bilmekten geçtiğini anlıyoruz. 

Önemli bir tespit daha; çoğu insanın değerlendirmeleri ilk izlenime dayanır. Çok az insan kritik yetisine sahiptir ve zamanla edindikleri bilgilerle değer yargılarını düzeltirler ve hatta temelden değiştirebilirler. Bu önemli bir yetenektir, kitle genelde ilk gördüğüyle kalır. İlk izlenim de genellikle izafi olduğu (kıyas, bağıllık içerdiği) için orijinal özelliklerin görülmesini engeller. Bu aceleci indirgeme tavrı yenilik kavramını ortadan kaldırıyor. Bu da toplumların, kendilerine çizilen sınırlar içerisinde kalmasını sağlıyor, buna karşı bir duruş ortaya koymalarını zorlaştırıyor.




20 Ağustos 2014 Çarşamba

OKUMA NOTLARI: Sezai Karakoç Kitaplarından Seçmeler 1



Diriliş Neslinin Amentüsü (1975-1976)


İslam ekonomisinde, kişinin hür teşebbüs yetisini körelten devletçiliğe yer olmadığı gibi, tröstlerin doğumuna sebep olacak tekelci özel sektör kapitalizmine de yer yoktur. Öldürücü rekabet, yalana dayalı reklamcılık, devleti içten zapteden kapital saltanatına olduğu gibi, kişiyi devletin, bir partinin, dolayısıyla bir grup insanın kölesi haline getiren, aşksız şevksiz bürokrasinin ağında çürüten, propagandanın uşağı haline getiren, proleterya adına iliştirilerek insanı makinanın bir vidası mesabesine indiren, madde gibi, robot gibi, kompitür gibi kullanan, ona daha çok istatistiki açıdan bakan, onu insanlık onurundan yoksuneden, insanlığı hayvan sürüsü gibi düzenlemeyi ve sömürmeyi hedef alan ve planlayan komünizme de ruhuyla sonsuzca uzaktır islamın ekomomin düzeni. 

Verim sadece maddi değil, ondan kopmaz bir şekilde manevidir de. Fabrika, işyeri, dükkan mescidin bir uzantısıdır müslüman için. Kapitalizmin patronluk ruhu, onun için tanrıya ortak koşmanın bir marjıdır. İslam ruhunda ise iş sahibi de işçisi gibi bir işçidir. Karı sınırlı olacaktır. Kazancını israf edemez., istediği gibi tüketemez. Kazancı, mülkü, sermayesi ona Allah'ın bir emanetidir. O, emanete ihanet etmez.   

İslam Toplumunun Ekonomik Strüktürü (1966-1967)

İslami ekonomi anlayışının, batılı ekonomistlerin kendi görüşlerine göre değerlendirilmesinin nasıl hatalara neden olduğunu açıklamış; islama sıcak bakan bir kapitalistin islami ekonomiyi kapitalizmin ilkeleri ile, yine islama sıcak bakan bir sosyalistin ise islami ekonomiyi sosyalizmin ilkeleri ile örtüştürdüğünü, veya islama mesafeli olan bir kapitalistin islami ekonomiyi komunizmin kusurlarıyla, yine islama mesafeli bir sosyalistin ise islami ekonomiyi kapitalizmin kusurlarıyla bütünleştirdiğini söylüyor. 

O yıllarda yaptığı diğer bir tespitinde ise her ne kadar batılı ekonomi alayışı benimsenmiş olsa da islam bölgelerinde islami ekonomi anlayışının tefeciliğin artmasını, sınıf farklılıklarının belirginleşmesini, patronun ezici, işçinin öc alıcı ruh haline girmesini engellediğini söylemiş. Bugün bu durumun neredeyse tamamen ortadan kalktığını, yani toplumun bilinçaltındaki islami ekonomik temellerin de kaybolduğunu anlıyoruz. 

İslam toplumunda üretim ve tüketim kesimleri ne kapitalist düzendeki gibi birbirinin fonksiyonudur ne de komünist düzendeki gibi birbirinden kopmuştur. Teorik temellerinin pratikte tam ters bir sonuç doğurduğu bu iki sistemin aksine islamda bu iki kesim arasında ekonomik bir bağ bulunurken, asıl dengeyi sağlayan metaekonomik, ahlak ve inanç bağları da bulunmaktadır.  Özel mülkiyet, teşebbüs, ölçülü rekabet hakları ile devlet baskısı ortadan kaldırılır, kar faktörü ekonomik şevki canlı tutar ancak diğer yandan da faiz yasağı emeksiz ve fahiş kazanca sınır getirir. Bununla birlikte zekat dengeleyici bir unsur olarak ortaya geliyor, israf tüketim çılgınlığını önlerken, hayır kavramı da üretimi teşvik ediyor. İslam insanı ekonomiye değil ekonomiyi insana bağlıyor ve yaratılış özellikleri göz ardı edilerek kurgulanmış ekonomik sistemler yerine insanın özünden doğan ve fıtratıyla çelişmeyecek ve dolayısıyla teorisi pratiğiyle kesişecek bir sistem sunuyor. 

Faiz yasağının takvada ulaştığı noktayı göstermek için verdiği örnek çarpıcı; borçlunun evinin gölgesinden bile faydalanmamak !

Yine bu üç ekonomik sistemi eşyaya bakışları üzerinden kıyaslıyor; İslamda ne kapitalist düzendeki gibi insana Allah'ı unutturan mutlak bir mülkiyet hakkı ne de komünist düzendeki gibi insanı eşyaya sahip olmaya layık ve ehil görmeyen güvensizlik vardır. İslamın insana hak tanıdığı mülkiyet üzerinde üzerinde Allah'ın, toplumun ve o mülkün kendisinin de hakkı vardır ve bu nedenle bu hakkın kullanımında bir çok şartlar ve sınırlar vardır. 

Zekatın vergiden farkı sadece kara değil ana paraya da uygulanmasıdır, emek üzerinden değil sermaye üzerinden de alınır ve zenginden fakire sürekli bir akış sağlar. Kapitalizm ticareti ve faizi helal, komünizm ticareti de faizi de haram, İslam ise ticareti helal, faizi haram kılmıştır. Böylelikle biri insana sınır koymayan, diğeri ise insan tabiatını görmezlikten gelen bu iki sistemden de ayrılarak mutluluk sağlayabilecek bir sistem getirmiştir. 

İslamın ilk dönemlerinde cihad, yani savaşlar dahi ekonomilerin güçlenmesine sebep oluyor. Kazanılan ganimetlerin kazanıldıkları yerde kamu yararına harcanmasıyla yenilgiye uğrayan topluluklar dahi zenginleşmiştir. Hz. Ömer döneminde ekonomi, doğan her çocuğa maaş bağlanacak çapa ulaşmıştır. Bu zenginlik Hz. Osman, Emeviler, Abbasiler ve Osmanlılar dönemlerinde de devam etmiştir.

Yazarın islami ekonomi sisteminin dirilişi için gerekli gördüğü islam ortak pazarı, islam sermaye piyasası, islam kambiyo teşkilatı, islam para birimi, islam ülkeleri arasında ithalat-ihracat, hammadde ve işçi değişimi, her ülkenin bir alanda uzmanlaşması ve istihdam sağlaması gibi alt yapı ve eylemlerin tamamının aksinin yapılıyor olmasıyla islam ülkerindeki ekonomilerin bu gün geldiği nokta yazarın haklılığını ortaya koyuyor.  

9 Ağustos 2014 Cumartesi

OKUMA NOTLARI: Hz. Ali - Nehcü'l Belağa




Yanlış yolda, isyanda ve zulmeder durumda olsalar dahi ittifak halinde olan toplumların, iyi niyetli, doğru yol üzere olan ancak kendi içinde ihtilafa düşmüş toplumlara kıyasla güçlü, başarılı ve muzaffer olacaklarını söylüyor. Günümüzde de aynıyla yaşanan durumdan dolayı tebaasını çok ağır şekilde eleştiriyor ve birlik olma, kardeş olma çağrısı yapıyor. 

- o -

Hakkı ikame etme ve batılı defetme gayesi olmasa tamir etmekte olduğu ayakkabının müminlerin emirliğinden daha değerli olduğunu düşünüyor. 

- o -

Vefa doğruluğun ikizidir. Ondan daha korunaklı bir sığınak bilmiyorum. O, dönüşün nasıl olacağını bilen kimseyi mağdur etmez. Öyle bir zamana ulaştık ki, bu zamanda yaşayanların çoğu ihaneti akıllılık kabul ediyor.Cahiller, onları bu zamanda hilenin güzelliğine nispet ediyorlar.

- o - 

Ey insanlar; sizler için korktuğum şeylerin en korkuncu iki şeydir. Arzulara uymak ve gerçekleşmesi uzun zamana bağlı ümit. Biri haktan alı koyar, diğeri ise ahireti unutturur. 

- o -

Dünyada zahit olanlar gülseler de kalpleri ağlayan, sevinçli olsalar da üzüntüleri artan, rızıklandıkları şeylerle müreffeh olsalar bile nefislerinden nefretleri çoğalan kimselerdir.


- o - 

Allah'ın garantisi altında olan rızkı istemek sizin için yapılması farz olandan evla olmasın. Bununla birlikte vallahi şüphe kendini arz etmiş ve yakin karışmıştır. Öyle ki sanki size garanti edilen farz kılınmış; farz kılınan ise sizden kaldırılmıştır.


- o - 

Haricilere yaptığı bir konuşmasında şöyle diyor; Benden dolayı iki grup helak olacak. Biri sevginin haktan uzaklaştırdığı aşırı sevenler, diğeri de nefretin haktan uzaklaştırdığı aşırı nefret edenler. Davranış olarak insanların benim hakkımdaki en hayırlıları, orta yolu benimseyenlerdir. 

- o - 

Dünya sevgisi ve bağlılığı için şöyle diyor; Eğer bizde Allah'ın ve resulünün buğz ettiğini sevmek, küçük gördüğünü büyük görmekten başka birşey olmasa bile, bunlar Allah'la ayrılığa düşmek ve Allah'ın emrine muhalefet için yeterlidir.

- o - 

Faziletli insanların övgü kazanmak için konuşmak ve kibirlenmek bir yana, başkaları onları övdüğünde tevbe ettiklerinden bahsediyor. Bu tövbe ve dua ise mealen şöyle; "Ben kendimi onların beni bildiğinden daha iyi biliyorum, sen iyi beni benden daha iyi biliyorsun. Onların söylediklerinden beni sorumlu tutma, bilmedikleri kusurlarımdan dolayı beni affet, beni onların zannettiklerinden daha faziletli kıl." Onlar için bir diğer tanımlaması ise şöyle; gafillerin arasında olduklarında zikredenler, zikredenlerin arasında olduklarında ise gafil olmayanlardır.

- o - 

Vekil ve valilerine, kamu mallarına küçük veya büyük bir ihanette bulunmaları durumunda onların üzerine şiddetle saldıracağı tehdidinde bulunuyor.

- o - 

Zekat memurlarına birinden zekat tahsil ederken zekat olan malın (hayvan, mahsul) belirlenmesi (malın iyisi ve kötüsü ayrılmadan tespit edilebilmesi) için şöyle bir yol gösteriyor; Malı ikiye ayır ve sahibine birini seçmesini söyle, seçtiğine dikkatini verme, kalan kısmı tekrar ikiye ayır ve yine sahibinden birini seçmesini iste, zekat miktarına gelene kadar böyle devam et. Son kalan zekat miktarı olan mala sahibi itiraz ederse malı karıştır ve bu işe baştan başla. Mal sahibi razı olana kadar bunu yap. Böylelikle malın kötüsünden verilmesini önleyerek hak sahiplerini, malın iyisinden alınmasını önleyerek mal sahiplerini koruyor. Tahsil edilen malın da en hızlı, güvenli, sağlıklı ve zarar görmeyecek şekilde nakledilmesini ve hak sahiplerine ulaştırılmasını emrediyor. 

- o - 


Seni üzen bir kötülük, Allah katında seni kendini beğenmişliğe sevk eden bir iyilikten daha hayırlıdır.

- o -

Bedenler usandığı gibi kalpler de usanır. Onlar için hikmetlerin ilgi çekici yeni yönlerini arayın.

- o -


Vücudun sıhhati hasedin azlığındandır.


- o - 

Hilafet konusunda haksızlığa uğradığını düşünse ve bunu dile getirse de halifeler Hz. Ömer ve Hz. Osman'ın adaletle hükmettiklerini, dinin direğini ayakta tuttuklarını söylemekten de geri durmuyor. Aynı zamanda bir çok rivayetlerde bu iki halifenin kendisine danıştığı ve isabetli görüşlerinden dolayı kendisini övdüğü, görüşünden mahrum olmaları durumunda hataya düşeceklerini belirttikleri de görülmektedir. 


- o -

Sonrasında bana mühlet verilen, beni tedirgin eden hiçbir günah yokki akabinde iki rekat namaz kılmış olmayayım.


- o - 

Kalplerin yönelmesi ve kaçması vardır, yönelirse ona nafile ibadetleri yükleyin, kaçarsa farzlarla yetinin.


- o -

İnsanlar üzerinde öyle şiddetli bir zaman gelecek ki, zengin kendisine emredilmediği halde o zamanda ellerindekine yapışacak. Münezzeh olan Allah, "aranızda iyilik ve ihsanı unutmayın" buyurmaktadır. O zamanda kötüler yücelir, iyiler ise zelil olur. Mecbur kalanlar alışveriş akdi yaparlar. Resulullah mecbur olanla alışveriş akdi yapılmasını yasaklamıştır. 

Bu sözünde, bugün faizden dahi kaçınmayanlar bir yana, ticaretini devam ettirebilmek adına zorlayıcı şartlarla (uzun vadeler, çok düşük karlar, fayda vermeyen takaslar, vb.) mal satan veya hizmet verenlerin suistimal edildiği ticari anlaşmalar yapanlar için önemli bir ders var. Ticarette eli kuvvetli olanların muhataplarının haklarını istismar etmeleri kendi sonlarını da hazırlayan bir tavır olup, men edilmiş. 


- o - 

En çok üzerinde durduğu konu zühd. Uyarıları, dünyanın süslerine aldanmamak ve onunla meşgul olmamak konusunda yoğunlaşıyor. Ardından doğru etrafında ihtilafa düşenlerin, yanlışta ittifak edenlerden daha zayıf kalacağı konusunu sıkça dile getiriyor ve tebaasını bu zayıflıkları nedeniyle yeriyor, onlardan sıkça şikayetçi oluyor. Emirlik konusunda uğradığı haksızlıkları, insanların ve kendisinin imtihanı olarak görüyor, yerine getirilenleri, uygulamaları ve hükümleri hakkında yermemesinden ve hatta övmesinden bu yaklaşımının nefsani olmadığı, objektif olduğu anlaşılıyor. Aynı şekilde diğer halifeler de her daim kendisinin fikrine itibar ediyor, ilminden faydalanıyor ve O'nun değerini de biliyorlar. 

Allah hepsinden razı olsun.