22 Ağustos 2014 Cuma

OKUMA NOTLARI: Sezai Karakoç Kitaplarından Seçmeler 2




MEVLANA (1988-1989)

Yazar kitaba, alışılmışın aksine Hz. Mevlana'nın misyonuna jeopolitik ve siyasi bir bakışla açıklama getirerek başlıyor. Haçlı seferlerinin ardından manevi ve maddi olarak çökmüş durumda olan Anadolu toplumunun, İslam aleminin geleceği ve Kudüs'ün korunması açısından önemi nedeniyle, Moğol istilasına maruz kalmadan hemen önce, tamirini ve dirilişini sağlamak üzere bir kurtarıcı olarak geldiğini söylüyor. İrşad görevini babasına ve O'nun öğrencilerine bırakan Mevlana, dönemin hükümdarları ile ilişki içerisinde Anadolu'nun manevi ve maddi imarına katkılarda bulunuyor, örgütlenmeyi sağlıyor. 

Şems'in, Mevlana'nın yeniden imarına ortam hazırlayan mevcut düzeni yıkıcı görevini çok güzel açıklamış. Mevlana ile Şems'i birleyip, sanki Mevlana'nın söylemek istediklerini Şems'in dilinden söylediğini sonra da kendine cevap vererek konuyu tamamladığını anlatıyor. 

Hz. Mevlana'nın eserlerinden olan Yedi Meclis (Mecalis-i Seba) hakkında yazdıkları, bende eser ile ilgili merak uyandırdı. Okuma şevki verdi.

Menkıbeleri analizi etkileyici; Hz. Mevlana'nın papazla karşılaşmasına diyalog, tebliğ, fizik kondisyon, irade ve riyazet açılarından baktıktan sonra Hz. Musa'nın büyücülerle karşılaşması kıssası ile ilişkilendirip Kur'an bakışı ile tamamlıyor. Portresinin çizilmesine müsade etmesi ancak ressamın her baktığında farklı bir Mevlana görmesi nedeniyle resmi tamamlayamaması kıssası, ilmi, niyeti ve özü sağlam olanın amelde hataya düşmekten korunduğunun ispatı.

Mevlana'nın olmayan ancak Mevlana'yı islamdan ayrıştırmak isteyenlerin farklı anlam yükledikleri "Gel, gel, yine gel. Ne olursan ol yine gel!" dizesiyle başlayan şiire Mevlana'nın yüklediği anlamı devamındaki dizeler üzerinden net bir şekilde açıklamış. "Burası ümitsizlik dergahı değildir. Tövbeni bin kere bozmuş olsan da gel!" ifadesinin, çağrılanları olduğu gibi kabul etmek üzere değil, bulundukları ümitsizlik girdabı içerisinden çıkmalarını sağlamak, feraha kavuşturmak, geri dönüşsüz bir tövbeye, affa, hidayete ermelerini sağlamak için çağırdığını açıkça gösteriyor. 

Mesnevi'nin bir Kur'an eğitim kitabı olduğunu, özellikle Farsça yazılarak, Türk dilinin egemen olduğu coğrafyada her yüzyılda yeniden güncel şekilde şerh edileceğinden güncel bir eğitim kitabı olma özelliğini korumasının sağlandığını söylüyor. Böyle bir yol gösterici ışığın yanında batıcı, devrimci, marksist fikirlerin Anadolu'nun kendilerince şekillenmesinde ancak bir mum kadar etkili olabileceği tespitinde bulunmuş. Bu yetersizliğin Mesnevi'yi yıpratma dürtüsü doğuracağını ancak bu çabaların O'nu özünden koparamayacağını ön görmüş ve bunun bugün fazlasıyla yaşandığını görüyoruz.

Yazarın bir çok eserinin ana teması olan diriliş düşüncesinin Hz. Mevlana'dan temellendiği hissediliyor. İslamın ve islam toplumlarının yeniden yükselişi için O'nun hareket ve düşünce tarzının benimsenmesi gerektiğine, bu dirilişin her çöküşten sonra aynıyla tekrarlanacağına inanıyor.

Hz. Mevlana'ya olan muhabbetimizin ve onu anlama azmimizin bugünün dünyasında, Türkiye'sinde ve islam aleminde ne kadar önemli olduğunu, bunun içsel bir yolculukla birlikte aynı zaman dış dünyaya etki edebilecek bir dönüşümün bir parçası, çocuklarımızın geleceği olduğunu hissettim.


GÜNDÖNÜMÜ (1976)

Diriliş mucizesinin ortaya çıkışı ile kazanılacak hallerden birini şöyle tanımlıyor; "En yoksul evde bile hayatın maddi zaruretlerinin ötesine uzanan bir kaygı doğsun, bulunsun." Bugün ise maddiyat sıkıntısı ile boğuşan fakirler kadar tam aksi durumda olan zenginlerin de maddiyat ötesi bir kaygıya sahip olmadığını görüyoruz. Yine en iyi durumdakiler orta yoldakiler oluyor. Anlaşılıyor ki her iki uçtakiler de maddi kaygı ötesine geçip yaratılış amaçları üzerine düşündüğünde diriliş mümkün olacak.

"Binbir haber, bilgi, görüntü, ve etki toz toprak yığını içinden, kendi varoluş anlamına uygun düşen diriliş terkibini yakalama çabasını ömür boyu sürdüren ve ölümün önüne, elinde seçme merceği giden insandır diriliş eri."

"Birleştiricidir, ayırt edici değildir. Ama özde ve ruhta ayrı olanların görünüşte bir arada oluşundan fazla bir fayda beklemez. Bu nevi toplaşmaların, ilk güçlükte tuzla buz olmuş gibi dağılacağını bilir." 

Ölümü bilmek ve sürekli hatırda tutmak ölümde boğulmak demek değildir. Denizi bilmeyen denize girince boğulur, denizi bilen ise denizde yaşar. Ölümü bilerek, hayatına karıştırarak yaşamak hayattır. Ölümü bilmeden yaşamak ise ölmektir. Ölümü bilmeyen ve hatırlamayanın ölüme karşı bağışıklığı yoktur. 

Ölüm ötesi bilinci olan uygarlıklar kalıcı, maddeci uygarlıklar ise kısa ömürlü olmuşlardır.

"Emaneti ehline veriniz" öğüdü genellikle işi bilene teslim etmek gibi algılansa da yazarın açılımı, her insanın sahip olduğu her şeyin bir emanet olması ve ona hakkıyla sahip çıkmadığında geri alınacağı yönünde. Bu bana kişinin başta değerleri, ailesi ve malı olmak üzere sahip olduğu her şeyi ehil bir şekilde değerlendirmesi gerektiğini hatırlattı. Amir olmak, baba olmak, eş olmak, komşu olmak, arkadaş olmak, müşteri olmak, satıcı olmak, yardımcı olmak, hakem olmak, işçi olmak, yolcu olmak, konuk olmak, ağırlayan olmak, lider olmak, vatandaş olmak gibi tüm oluşlar bir ehliyet gerektiriyor ve muhataplarını emanet olarak kabul etmeyi gerektiriyor. Tek başına bu söz bütün hayatı düzene sokmaya yetecek derinlikte. 

Diriliş çağrısını tasavvufi bir murşid-murid ilişkisi ile değil, birlikte kurtuluşun yolu olarak tanımlıyor. Başka bir bölümde de şeytanın ayartıcılığını kişiyi yoldan saptırma çabası değil, yanlışına ortak arama, yenilgisine paydaş arama, cezasına arkadaş arama çabası olarak tanımlıyor. Her iki tanımından kaybedişin de kazanışın da bir birliktelikle olacağını, önemli olanın hangi safta duracağını bilmekten geçtiğini anlıyoruz. 

Önemli bir tespit daha; çoğu insanın değerlendirmeleri ilk izlenime dayanır. Çok az insan kritik yetisine sahiptir ve zamanla edindikleri bilgilerle değer yargılarını düzeltirler ve hatta temelden değiştirebilirler. Bu önemli bir yetenektir, kitle genelde ilk gördüğüyle kalır. İlk izlenim de genellikle izafi olduğu (kıyas, bağıllık içerdiği) için orijinal özelliklerin görülmesini engeller. Bu aceleci indirgeme tavrı yenilik kavramını ortadan kaldırıyor. Bu da toplumların, kendilerine çizilen sınırlar içerisinde kalmasını sağlıyor, buna karşı bir duruş ortaya koymalarını zorlaştırıyor.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder