Diriliş Neslinin Amentüsü (1975-1976)
İslam ekonomisinde, kişinin hür teşebbüs yetisini körelten devletçiliğe yer olmadığı gibi, tröstlerin doğumuna sebep olacak tekelci özel sektör kapitalizmine de yer yoktur. Öldürücü rekabet, yalana dayalı reklamcılık, devleti içten zapteden kapital saltanatına olduğu gibi, kişiyi devletin, bir partinin, dolayısıyla bir grup insanın kölesi haline getiren, aşksız şevksiz bürokrasinin ağında çürüten, propagandanın uşağı haline getiren, proleterya adına iliştirilerek insanı makinanın bir vidası mesabesine indiren, madde gibi, robot gibi, kompitür gibi kullanan, ona daha çok istatistiki açıdan bakan, onu insanlık onurundan yoksuneden, insanlığı hayvan sürüsü gibi düzenlemeyi ve sömürmeyi hedef alan ve planlayan komünizme de ruhuyla sonsuzca uzaktır islamın ekomomin düzeni.
Verim sadece maddi değil, ondan kopmaz bir şekilde manevidir de. Fabrika, işyeri, dükkan mescidin bir uzantısıdır müslüman için. Kapitalizmin patronluk ruhu, onun için tanrıya ortak koşmanın bir marjıdır. İslam ruhunda ise iş sahibi de işçisi gibi bir işçidir. Karı sınırlı olacaktır. Kazancını israf edemez., istediği gibi tüketemez. Kazancı, mülkü, sermayesi ona Allah'ın bir emanetidir. O, emanete ihanet etmez.
İslam Toplumunun Ekonomik Strüktürü (1966-1967)
İslami ekonomi anlayışının, batılı ekonomistlerin kendi görüşlerine göre değerlendirilmesinin nasıl hatalara neden olduğunu açıklamış; islama sıcak bakan bir kapitalistin islami ekonomiyi kapitalizmin ilkeleri ile, yine islama sıcak bakan bir sosyalistin ise islami ekonomiyi sosyalizmin ilkeleri ile örtüştürdüğünü, veya islama mesafeli olan bir kapitalistin islami ekonomiyi komunizmin kusurlarıyla, yine islama mesafeli bir sosyalistin ise islami ekonomiyi kapitalizmin kusurlarıyla bütünleştirdiğini söylüyor.
O yıllarda yaptığı diğer bir tespitinde ise her ne kadar batılı ekonomi alayışı benimsenmiş olsa da islam bölgelerinde islami ekonomi anlayışının tefeciliğin artmasını, sınıf farklılıklarının belirginleşmesini, patronun ezici, işçinin öc alıcı ruh haline girmesini engellediğini söylemiş. Bugün bu durumun neredeyse tamamen ortadan kalktığını, yani toplumun bilinçaltındaki islami ekonomik temellerin de kaybolduğunu anlıyoruz.
İslam toplumunda üretim ve tüketim kesimleri ne kapitalist düzendeki gibi birbirinin fonksiyonudur ne de komünist düzendeki gibi birbirinden kopmuştur. Teorik temellerinin pratikte tam ters bir sonuç doğurduğu bu iki sistemin aksine islamda bu iki kesim arasında ekonomik bir bağ bulunurken, asıl dengeyi sağlayan metaekonomik, ahlak ve inanç bağları da bulunmaktadır. Özel mülkiyet, teşebbüs, ölçülü rekabet hakları ile devlet baskısı ortadan kaldırılır, kar faktörü ekonomik şevki canlı tutar ancak diğer yandan da faiz yasağı emeksiz ve fahiş kazanca sınır getirir. Bununla birlikte zekat dengeleyici bir unsur olarak ortaya geliyor, israf tüketim çılgınlığını önlerken, hayır kavramı da üretimi teşvik ediyor. İslam insanı ekonomiye değil ekonomiyi insana bağlıyor ve yaratılış özellikleri göz ardı edilerek kurgulanmış ekonomik sistemler yerine insanın özünden doğan ve fıtratıyla çelişmeyecek ve dolayısıyla teorisi pratiğiyle kesişecek bir sistem sunuyor.
Faiz yasağının takvada ulaştığı noktayı göstermek için verdiği örnek çarpıcı; borçlunun evinin gölgesinden bile faydalanmamak !
Yine bu üç ekonomik sistemi eşyaya bakışları üzerinden kıyaslıyor; İslamda ne kapitalist düzendeki gibi insana Allah'ı unutturan mutlak bir mülkiyet hakkı ne de komünist düzendeki gibi insanı eşyaya sahip olmaya layık ve ehil görmeyen güvensizlik vardır. İslamın insana hak tanıdığı mülkiyet üzerinde üzerinde Allah'ın, toplumun ve o mülkün kendisinin de hakkı vardır ve bu nedenle bu hakkın kullanımında bir çok şartlar ve sınırlar vardır.
Zekatın vergiden farkı sadece kara değil ana paraya da uygulanmasıdır, emek üzerinden değil sermaye üzerinden de alınır ve zenginden fakire sürekli bir akış sağlar. Kapitalizm ticareti ve faizi helal, komünizm ticareti de faizi de haram, İslam ise ticareti helal, faizi haram kılmıştır. Böylelikle biri insana sınır koymayan, diğeri ise insan tabiatını görmezlikten gelen bu iki sistemden de ayrılarak mutluluk sağlayabilecek bir sistem getirmiştir.
İslamın ilk dönemlerinde cihad, yani savaşlar dahi ekonomilerin güçlenmesine sebep oluyor. Kazanılan ganimetlerin kazanıldıkları yerde kamu yararına harcanmasıyla yenilgiye uğrayan topluluklar dahi zenginleşmiştir. Hz. Ömer döneminde ekonomi, doğan her çocuğa maaş bağlanacak çapa ulaşmıştır. Bu zenginlik Hz. Osman, Emeviler, Abbasiler ve Osmanlılar dönemlerinde de devam etmiştir.
Yazarın islami ekonomi sisteminin dirilişi için gerekli gördüğü islam ortak pazarı, islam sermaye piyasası, islam kambiyo teşkilatı, islam para birimi, islam ülkeleri arasında ithalat-ihracat, hammadde ve işçi değişimi, her ülkenin bir alanda uzmanlaşması ve istihdam sağlaması gibi alt yapı ve eylemlerin tamamının aksinin yapılıyor olmasıyla islam ülkerindeki ekonomilerin bu gün geldiği nokta yazarın haklılığını ortaya koyuyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder