11 Haziran 2015 Perşembe

BESLENME VE ŞEKER ÜZERİNE



Amerikalıların Amerikalılar için hazırladığı bir belgesel film.

Beslenme, şeker, gıda endüstrisi ve obezite üzerine.

Süresi; 1,5 saat.

Vakti olmayanlar için notlarım aşağıdadır.


Anne-babalar başta olmak üzere herkesin izlemesini tavsiye ederim. Markalar, sorumlular, yetkililer, karşı düşüncede olanlar, doktorlar, hepsi filmde yer alıyor. Yer almayı reddedenler de var elbet. 

İnsanların, hiçbir değeri olmayan tüketiciler olarak, sadece ve sadece hızla ve daha çok tüketmesi gereken müşteriler olarak görüldüğü bir dünyada, onlar uyanmaya çalışırken bizlerin bu uykuya yeni dalmak üzere olduğumuzu hissettim.

ONLAR FARKINDA DEĞİL, BİZ İSE İNTİHAR EDİYORUZ

Amerikalıların çoğu yedikleri şeylerin zararlı olduğunun farkında bile değil. Zararlı yiyeceklerden kaçınmak için yedikleri şeyler bile, paketlenmiş, işlenmiş, bizim sağlıksız olduğu net olarak bildiğimiz şeyler. Demek ki onlar kandırıldıkları için biz ise bile isteye zevk için bunları yiyoruz.

Zararlı olduğu, obezite ve şeker hastalıklarına sebep olduğu bilinen gıdalarla ilgili yeterli olumsuz delil bulunmadığını söyleyen bilim insanlarıyla ve sağlıklı yaşam kampanyalarını sözde destekleyen firma temsilcileriyle yapılan röportajlar kesinlikle görülmeli. Çarpıtma, saptırma, konu değiştirme bir yana, söyleyecek sözleri yok.

Egzersiz ve az yemek de sorunu çözmüyor. Kilo üzerinde bunların önemli bir etkisi yok. Hayatı boyunca egzersize devam etmiş, etrafında egzersiz yapan ve yapmayan insanları da bu gözle takip etmiş biri olarak bunu çok iyi biliyordum ancak çoğu insan buna inanmak istemez. Egzersiz zayıflamak için değil, sağlıklı, formda, zinde, diri ve mutlu kalmak için yapılabilir. İnsanlar egzersiz yapmadıkları için şişmanlamıyorlar, şişman oldukları için egzersiz yapamıyorlar. Çözüm ise az yemek ve gerçek yiyecekler yemek.

Çocukların iradesizliğini suçlamak suçtur! 

Çok önemli bir tespit; hatalı yetiştirilen ve yanlış beslenme alışkanlıkları kazandırılan çocukların doymuyor olması onların suçu değil. Malesef üzülseler de ağlasalar da katı beslenme sınırları çizmek ve eve soktuğumuz her gıdaya dikkat etmek zorundayız.

Bazı yiyecek ve içecekleri protesto etmek için siyasi nedenlerden çok daha fazlası var elimizde. Diğer yandan geleneksel beslenme tarzımıza kesin dönüş yapmak için de bilimden icazet almamıza gerek yok. Bilim insanlarının da para kazanmak zorunda olduğunu unutmayalım. Bu paranın çoğu zararlı ama karlı gıda üreten firmalardan geliyor.

ŞEKER SİGARADAN DAHA BÜYÜK BİR BELA !

Meyve yemek dışında sağlıklı şeker almanın hiçbir yolu yok. Meyve suyu dahi, lifi alınmış olduğu için sindirim sisteminde şekerin hızla işlenmesine ve yağa dönüşmesine sebep oluyor. Lifiyle birlikte tüketildiğinde ise sindirim yavaşladığı için yüksek şekere karşı yüksek insülin salgılanması problemiyle karşılaşmıyorsunuz. Vücudun bu tepkisi aslında hem şeker hastalığı hem de obezite demek.

Kokain bağımlısı fareler, seçenek olarak sunulduğunda şekerli suyu kokaine bile tercih ediyor ve şekere karşı da bağımlı hale gelip yoksunluk belirtileri gösteriyorlar. Çocuklarımızın şeker ve çikolata yediklerinde hissettikleri ve karşı çıkamadığımızı düşündüğümüz "tutturma" aslında bu. Yakında onlara uyuşturucu bağımlısı gözüyle bakmak zorunda kalacağız.

Hükümetleri dahi kontrol edebilen, Amerikan başkanını dahi çaresiz bırakan bir endüstriden bahsediyoruz. Bayan Obama'nın başlattığı gıda içeriklerine yönelik kampanyanın nasıl kısa zamanda egzersiz kampanyasına dönüştüğünü göreceksiniz. Tabii ki endüstrinin müdahalesiyle.

Markette kendiniz için az yağlı beyaz peynir veya süt alırken çocuğunuz için, daha çok seviyor diye kaşar peynir aldığınız oldu mu? Sizin için sağlıklı hale getirilmiş gibi gösterilen peynirden yada sütten alınan yağı çocuğunuzun yediği taze kaşara, mozarellaya, parmesana doldurdular. Farkında değiliz belki ama onların sattığı şey yekünde değişmiyor. Seçimlerimizi doğru yapamıyorsak bizim evimize girenlerde de bir fark yok.

Beslenme konusunda bırakalım endüstriyi, eli kolu bağlı olan hükümetlere, sağlık örgütlerine bile güvenemeyiz. Onlar bir yandan sağlıklı beslenme öğütleri verirken diğer yandan da endüstrinin gelişmesini teşvik etmek zorundalar. Tek yol kendi bilgimiz dahilinde seçimlerimizi yapmak.

NE YAPABİLİRİZ?

Önce ailemiz için beslenme sınırlarımızı katı bir şekilde çizmeliyiz.

Abur cuburlara karşı duruşumuzu netleştirip, yakınından bile geçmemeli, bulunduğu yenildiği yerlerde bulunmamalıyız. Çocukların ısrarına dayanmak zordur. İstekte bulunmalarına fırsat vermemek en iyisi. Eğer talep oluştuysa da, onu kırmanın, üzmenin, ağlatmanın, obez olmasının, kanser olmasının, şeker hastası olmasının önünü açmaktan iyi olduğundan şüphe etmemeliyiz. Yiyemediği, mahrum bıraktığımız birşeyin yerine onu sevindirecek başka birşey koymayı tercih edebiliriz.

Sigaraya karşı yürütülmüş olan kampanyaların benzerlerini çocuklara yönelik gıda üretimi ve reklamları için de uygulamalıyız. Amerika'da sigaraya karşı uygulanan politika enteresan. Doğrudan yasaklayıcı değil, üreticilerin kendi istekleriyle çekilmelerine yol açacak köşeye sıkıştırıcı stratejiler izlenmiş. Gıda da belki biz daha erken davrandık ve avantajlı durumdayız ama ipi sıkı tutmamız, bu bilinçlenmeyi somut eylemlere dönüştürmemiz gerekiyor.

Son olarak bildiğimiz herşeyi çevremizdekilere anlatalım. Bu sadece ailemizi değil, toplumumuzu da ilgilendiren bir mesele. Bizim çocukluğumuzda bu bilince ulaşılamadığı için kutu kola hepimizin her gün içtiği bir içecekti. Bugün ise çocukların elinde litrelik kolaları görüyoruz. Büyüyen ve içeriği kötüleşen porsiyonlar kötü gidişatın en önemli göstergesi.

TOO FAT TO FIGHT (Çarpışmak için çok şişman!)

Bugün Amerika, itfaiyeci, polis, asker, ilk yardım uzmanı, vb. topluma hizmet edecek insan gücünü bulmakta zorlanıyor. Çünkü çoğu çarpışmak için çok şişman! Malesef biz de aynı yoldayız. Yönümüzü değiştirmenin vaktidir...