20 Aralık 2021 Pazartesi

Çocuk Şiiri ve Çocuk Şiir

 


Çocuk Şiiri ve Çocuk Şiir


Varlığı 'çocuk edebiyatı var mıdır' tartışmalarına paralel bir tartışma konusu iken, çocuk kitaplarının gördüğü ve günden güne büyüyen ilgiden de nasiplenemeyerek edebiyatın dehlizlerine mahkum olmuş, tozuna üflenesi bir çaba çocuk şiiri. Çocuksu şiir, çocukça şiir, çocuktan şiir, çocuğa şiir, çocuk gözüyle şiir, çocuğa göre şiir kıvranışları şiiri değil ona bakışımızı, ondan umudumuzu, beklentimizi tanımlamaya çalışıyor gibi. Şiirden çocuk tarafından “anlaşılmasını” mı bekliyoruz, ona öğretmesini mi, onu kapıp götürmesini mi, sarıp sarmalamasını mı? Biz dünyadan şiire sığınıyoruz diye, henüz kaçacak kadar tanımadığı dünyasında çocuğa da siper olmasını mı bekliyoruz şiirden? Yoksa çocuğu muhatap edinmekten âzade bazı şiirlerin kendisi mi çocuktur?


Bu son soruyla zihnimdeki çocuk şiiri ile “çocuk şiir” ayrılıyor, birbirinden uzaklaşıyor. Çocuk şiiri malum ama “çocuk şiir” dediğim, dünyanın ağırlığından şiirle de, şiirle bile kaçamamış şairin bir de çocukluğuna saklanması, en kaçınılmazlarına, annesine babasına karşı bile birlik olduğu çocukluk arkadaşlarından, çocukluk hâllerinden destek alması, en büyük sorunları aşıp büyümeyi başarabilen içindeki çocukla tekrar bir işbirliğine kalkışması. Şiirin çocuk hâli o. “Çocuk şiiri” değil, “çocuk şiir”! Yetişkin şairin, çok kapılı, çok pencereli, çift camlı, yalıtımlı, cam balkonlu, merdivenli, asansörlü, mozaik cepheli, şatafatlı mobilyalarla, ışıldayan avizelere dolu şiirini dört köşe, üçgen çatı, dumanlı baca bir ev gibi çizip yarısını boyamadan başucuna koyması. Koca şair kâbuslarını çocuk rüyalarına değişmesi.


Yaşın küçük daha

Ama gülle gibi olacak yüreğin

Biliyor musun”


Bu dizeler Mustafa Ruhi Şirin'in, çocuğa görelik ölçütüne ve çocuk gerçekliğine en uygun Cahit Zarifoğlu kitabı olarak bahsettiği 'Gülücük'ten ve şunlar da yine Zarifoğlu'nun dönemin travmalarına karşı çocuklaştırdığı politik şiirlerini içeren 'Ağaç Okul'dan.


Bunu rüyalardan

Çiçekli yorganımdan

Bir de ateşböceklerinden anlıyorum

Uyuyorum

Nasıl bilmeden”


Şirin'in 'Çocuk Kral'ı ise zihnindeki zamane çocuğuna, dedesinin, büyükannesinin, anne babasının çocukluğundan dem vurup, krallaştıkça yenilgileri de göğüsleyeceğini fısıldıyor;


Dedenin çocukluğu

Islıkla bulut çağırmak gibiydi

Büyükannenin çalı süpürgesi

Baharı getirirdi kırlara

Anneninkiyse yıldızlarda

Salıncak rüyası

İpi kopmuş uçurtmaydı

Babanın çocukluk tarihi

Biraz mızıkaya benzerdi

Biraz yaz yağmuruna

Daha çok da dünyayı

Okula çeviren zil sesine

Kraldır artık çocuk

Uzun yenilgilerin

Ve anlık zaferlerin de

Değişmeyen başkahramanı


Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın 'Allah Kuşları Çoğaltır' şiiri de çocuk şiirlerinden olmayan bir çocuk şiirdir.


Allah kuşları çoğaltır
İmansız gökleri doldurmak

Ağaçların korkunç yalnızlığı,

Kaybolur dallarda uçuşarak



'Çocuk şiir'den çocuk şiirine dönersek ninnilerle, türkülerle, şarkılarla, marşlarla kültürümüzün bir parçası olmasına rağmen salt şiir olarak hayatımızda pek yer tutmadığını, çocuk okurlara ve çocuklara okuyanlara yönelik içeriklerin en küçük payını şiirin aldığını söyleyebiliriz. “Şairler ülkesi”nde bu böyle ise diğerlerinde de farklı olması beklenmez. Selma Hacıosmanoğlu “Osmanlı'da Çocuk Musikisi” adlı kitabında İTÜ Türk Müziği Devlet Konservatuvarı öğretim üyelerinden Prof. Dr. Selahaddin İçli'nin güfte için şiir seçimi ölçütlerine yer vermiş: “...çocuğun kolay söyleyebileceği ve bir dil eğitimi yapacak kudrette özenle seçilmiş kelimelerden cümleleri ihtiva etmelidir. Diğer açıdan çocuk için elzem olan duyguları besleyen, çoğaltan, çocuğu olumluya yönlendiren bir amacı taşımalıdır. Genel olarak konuları anne, baba, kardeş, öğretmen, vatan, bayrak, Allah sevgisi, peygamberler, dua, şükür, Atatürk ve diğer önemli şahsiyetler, kitap, spor, tabiat, hayvan sevgisi, dostluk, kardeşlik, barış olarak sıralanabilir.” Konu dağarcığını genişletilebileceğini ve somuttan soyuta sadece temel çocuksu duygularla geçip imgeye sapmaktan kaçınmak gerektiğini belirtmekle beraber çocuğa hitap eden şiirin biçim çerçevesi aşağı yukarı budur diyebiliriz. İşte Yunus'tan dönemine dair bir örnek:


Ne bahtlı ol kişiye kim okuduğu Kur'an ola

Allah emrin tutalım

Ya ilâhi sana geldik bizi mahzun eyleme

Şol cennetin ırmakları...


Ve Dağlarca'nın onlarca çocuk şiirinden en sevdiği, “Balina ile Mandalina”dan dizeler:


Bana bakıyor

İki derin göz

İki derin gece.

Kocamanlığına göre

Gözleri çok küçük

Demek ki aç gözlü değil.

Öyle uzun ki boyu

Bin mandalina olsak

Sayamayız.


Seslendim

Adınız ne?

Kuş musunuz

Yoksa ayı mı?

Adım Balina benim

Biraz kuş biraz ayı

Biraz yaşama.

En kısası adım yalnızlık.

Bana Gökbalina derler sarı kardeş.

Peki senin adın ne?

Çiçek misin

Sapsarı böylesine

Yoksa ayışığı mı?

Benim adım Mandalinadır efendim

Sıcak ülkelerde bir ağaç yetişir

Sevinci yaşamasından güzel

Kokusu rengi sevincinden güzel

Biz mandalinalar

Çocuklarıyız onun.


İşte çocuk şiiri ve çocuk şairi! Şiirle dili gelişerek, dimağı genişleyerek, görüşü ve düşüncesi incelerek büyüyecek çocuklar için, her yaşın farklı seviyesine göre ayırarak yazdığı diğer kitapları ise şunlar: Arkaüstü, Bitkiler Okulu, Cincik, Cin ile Cincik, Dolar Biriktiren Çocuk, Dört Kanatlı Kuş, Göz Masalı, Kuş Ayak, Okulumuz 1'deki, Okulumuz 2'deki, Okulumuz 3'teki, Oyun Okulu, Su yıkamak, Yazıları Seven Ayı, Güneşi Doğduran. Çocuk şiirle tanıştıktan sonra Tevfik Fikret'in “Şermin”i, Mavisel Yener ve Aytül Akal'ın, Bestami Yazgan'ın, Mustafa Ruhi Şirin'in, Vural Kaya'nın, Refik Durbaş'ın, Ahmet Efe'nin, Mevlana İdris'in kitapları da bu mütevazi kategorinin ilk akla gelenleri olarak okuma listelerine alınabilir. Mustafa Ruhi Şirin'in kırk yıllık hayâli şiir atlası üçlemesinin ilk kitabı “Dünya Çocukla Kardeş” de bu yazı yayına verilmeden yetişti ve okurlarına sunuldu. Böylece yazımızın bir amacı hasıl oldu. Sizlere çocuk şiirini hatırlatmış, kıymetli şair ve eserlerden hatırladıklarımı tavsiye etmiş oldum.


Ebeveynlere nacizane bir diğer tavsiyem, yetişkinler için de yazmış bu şairlerin çocuk temalı, çocuk gövdeli şiirleri ile çocuklara yönelik şiirlerinin karıştırılmaması için özenli bir ön araştırma yapmaları, şiirleri önce onların okuyup sindirmeleri, sonra okurken çocuğa eşlik ve rehberlik etmeleri olacak. İlkokul seviyesi tamamlanana kadar bu işbirliği hem siz yetişkinleri çocuk sığınağında rahatlatacak hem çocuğun zihnî sindirimini kolaylaştıracaktır. Her çocuk kitabına biraz şiir karışması, şairlerin her çocuğa çocuk şiirleriyle, her yetişkine çocuk şiirlerle dokunması dileklerimle...



8 Aralık 2021 Çarşamba

“DONDURMA”YI YALAMADAN YUTMUŞUM

 


“DONDURMA”YI YALAMADAN YUTMUŞUM


Yine bir tüketilmiş tüketici hikâyesinin kahramanıyım. Yazınca insan mağdurken bile kahraman oluyor, herhâlde ha babam yazışımız da bundan. Bu tür hikâyeleri eğlenceli hâle getirmeli ki okunsun, zülfüyâre dokunsun dedim kendime; sonra neden öyle dedin dedim, çünkü bu haftayı “Cingöz Recai'nin Harikulâde Sergüzeştleri”ni okuyarak geçirdim, onun etkisindeyim dedim. Cingöz Recai zenginden çalıp fakire veren sevimli bir hırsızımız amma ve lakin bahsime konu “alış” “verişler” fakir gerçek kişiden zengin tüzel kişiye cinsinden. Vatandaştan kurumsal şirkete. Asıl meseleye gelmeden önce Sertaharri Mehmet Rıza da buradayken olayın bir üzerinden geçelim.


Varlığımın en sağlam ispatı olan bedenim, kimliğim ve imzamla şirketin il müdürlüğüne bizzat, bilfiil, özgür irademle başvurup hat kapatma başvurumu yapıyorum. Bu başvurma şeklinin daha etkilisinin olmadığını bilerek bugüne kadar yaşadığımdan içim rahat. Ancak dilekçemin kabulüyle birlikte, hattın kapanması için telefonla aranacağımı ve onayımın alınacağını öğreniyorum. Yani beni canlı ve taze, dipdiri ve aklı başında bir şekilde karşısında gören şirket varlığımdan emin olamamış olacak ki beni telefonla arayıp acaba orada mıyım ve talebimden emin miyim diye bir bakacaklarmış. Kafayı ne zaman yedik, bu akıl dışılığı ne ara kabullendik diye düşünedurun, çünkü orasını ben de kaçırmışım; ama bir yandan da “çağın gereği” olan işin içinde işi kestirmeye de çalışın. Beni arayacak ve kararımdan vazgeçirmek üzere aldıkları özel eğitimleri üzerimde deneyecek olan ikna ekibiyle son bir mücadele etmem gerekiyor. Uzatmayayım; bu pazarlığı sağ selamet aştım sanıp telefonu kapatıyorum ki bir teşekkür mesajı geliyor. “Bize sizlere hizmet etme fırsatını tanıdığınız için teşekkür ederiz.” Telaşla çağrı merkezini arıyorum, ne oldu, ne yaptınız bana diye soruyorum, bir de öğreniyorum ki o muhabbet sırasında benim “hat kapatma” talebim olmuş mu bana “hat dondurma!” Olmaz diyorum, ben bunu talep etmedim, şunu talep ettim, vay ben ne ettim, vay siz bana neler ettiniz derken, “ses kayıtlarını dinleyelim, size dönelim” diyorlar. Dinleyip dönüyorlar; çok güzel söylemişim, çok beğenmiş, alkış bile tutmuşlar. Yapacak bir şey yok. Lafın arasında “dondurma”yı yalamadan yutmuşum.

Önce bu işe çok sinirlendim, durumu geri çevirmek için ne kadar uğraşsam da nuh dediler peygamber demediler. Yuh dedim, yine peygamber demediler. Bir tam günü bununla zehir ettikten sonra benimle telefonda konuşan ve kalbimi kararttığım o gençler düştü aklıma. Benden giden az biraz paraydı, hepimizden giden bu gündelik kapkaçlar, bu kayıplar üst üste konsa bir yekun ediyor elbet ama o gencecik insanlardan çalınanı bir düşündüm. Her gün acemisi, yaşlısı, zor duyanı, az göreni, idrâki zayıf, muhakemesi sınırlı, dikkati dağınık, sabrı tükenik onlarca insanı tufaya düşürmek, punduna getirmek, onlardan bir basit “onay” sözcüğü ile istediğini ama onların vermek istemediğini almak kim bilir nasıl bir yüktü. Mesaisini tamamlayıp evine, arkadaşlarının, büyüklerinin, küçüklerinin yanına giden o gençler arasında bu yükün ağırlığını, kokusunu, acısını hisseden hiç mi yoktu? Sırtında o yükle yediğinden, içtiğinden, kazandığı o paradan keyif, bereket, hayır görebilen var mıydı? Çoğunun hayatında geçici bir dönem olan bu çağrı merkezi memurluğu, bu aldatmanlık tamamlandığında, o insanla oynama güdüsünü kazanmış gençler hangi işlerde kimlerin canını daha fazla yakmaya meyledecekti? Bu hasar hepimizin gözleri önünde onlara nasıl veriliyordu? Nasıl oluyor da hayatının en güçlü evresindeki insan kendisine dayatılan bu göreve isyan etmiyordu? Emindim çünkü defalarca tanık olmuştum ki bu gençler aynı haksızlık kendilerine yapılsa şikayet edecek, itiraz edecekti ama bunu başkalarına bile isteye, özel bir eğitim ve hazırlıkla yapmayı kabullenmişlerdi.


Bu düşünce, vicdanımı yaşadığım mağduriyetten daha fazla sızlatınca kimmiş bu şirketin CEO'su diye bir bakayım dedim. İki tık, şak diye çıktı. İki tık daha, Twitter'da hesabı da varmış. Aldım elime parmaklarımı, üç tivit attım sordum; benim vicdanıma bir sızı girdi, sizinkinde var mı bir hareket diye. Burda kelime oyunları yaptığıma bakmayın, biraz sert ve dokunaklı ama her halükârda nezaket kuralları içerisinde yazdım. Bir gün sonra toplam etkileşim on dört. Yani tivit pek kimsenin umrunda değil. Ama neyseki hedef beyefendi tiviti görmüş; sızım temizmiş. Bir çalışana mağduriyetimi çözmesi için yetki verilmiş, benimle irtibat kurdular. Benim sorunum ufak bir maddi hasarla çözüldü. Ama bir dakika! Buradaki asıl büyük sorun benim sorunum değildi ki. Bu tür şirketlerin sayısı onları aştı, oralarda çalışan gençlerin sayısı -iki tıkladım baktım- yüz bini aşmış. Yüz binin üzerinde genç her gün bizleri söz oyunlarıyla para tuzaklarına çekmeye çalışıyor ey ahali! Bu çocukları oralardan kurtarmalıyız! O olmuyorsa oraları bu alışkanlıktan, bu dayatmadan temizlemeliyiz! O da olmuyorsa bu çocukları özlerine döndürmeliyiz! Her birini alıp önümüze, “rıza” ile “onay arasındaki farkı, “helâl” ile “yasal” arasındaki farkı, “işini güzel yapmak” ile “güzel para kazanmak” arasındaki farkı anlatmalıyız. İktisadın, ekonominin, finansın, adını ne koyarsak koyalım, hayatın en temel kavramlarından birinin “görünmeyen gider”, diğerinin de “bereket” olduğunu, inandırmak zor olsa da telkin etmeliyiz. Rızasız ama yasal işlerin hepimizden görünmeyen giderlerle götürdüğünü, götüreceğini, “ben parmaklarımın ucundaki yetkiyi haklıdan yana kullanırım arkadaş, buna da kimse mani olamaz, kimse şerh koyamaz” diyebilmenin helâl ve beklenmeyen gelirler getireceğini, hayırlı kapılar, yollar açacağını tekrar ededurmalıyız.


Diğer yandan da “gençler ne yapsın, nasıl yapsın, ellerinden ne gelir” kabullenişine düşmemeli, adaletsizliğe alet olmalarına göz yummamalıyız. Elinden hiçbir şey gelmiyorsa “guzum beni aldatman” diyebilirsin teyzeciğim, “yapma evladım, benden geçti ama sen daha gencecik çocuksun, kalbini karartma” diyebilirsin amcacığım. “Benim de senin kadar evladım var, seni bir gün baban da arayabilir oğlum” diyebilirsin. Ya da patron, sen de üç günlük dünyanın ticaretine, öldüğünde herkesin unutacağı rakamlardan ibaret yönetim başarısı yanılgılarına bel bağlamayıp “siz haklıya hakkını verin, herkes bizi seçecektir gençler” diyebilirsin. O zaman senin için ömrüm boyunca duacı olacağım. Onaylıyorum.