8 Aralık 2021 Çarşamba

“DONDURMA”YI YALAMADAN YUTMUŞUM

 


“DONDURMA”YI YALAMADAN YUTMUŞUM


Yine bir tüketilmiş tüketici hikâyesinin kahramanıyım. Yazınca insan mağdurken bile kahraman oluyor, herhâlde ha babam yazışımız da bundan. Bu tür hikâyeleri eğlenceli hâle getirmeli ki okunsun, zülfüyâre dokunsun dedim kendime; sonra neden öyle dedin dedim, çünkü bu haftayı “Cingöz Recai'nin Harikulâde Sergüzeştleri”ni okuyarak geçirdim, onun etkisindeyim dedim. Cingöz Recai zenginden çalıp fakire veren sevimli bir hırsızımız amma ve lakin bahsime konu “alış” “verişler” fakir gerçek kişiden zengin tüzel kişiye cinsinden. Vatandaştan kurumsal şirkete. Asıl meseleye gelmeden önce Sertaharri Mehmet Rıza da buradayken olayın bir üzerinden geçelim.


Varlığımın en sağlam ispatı olan bedenim, kimliğim ve imzamla şirketin il müdürlüğüne bizzat, bilfiil, özgür irademle başvurup hat kapatma başvurumu yapıyorum. Bu başvurma şeklinin daha etkilisinin olmadığını bilerek bugüne kadar yaşadığımdan içim rahat. Ancak dilekçemin kabulüyle birlikte, hattın kapanması için telefonla aranacağımı ve onayımın alınacağını öğreniyorum. Yani beni canlı ve taze, dipdiri ve aklı başında bir şekilde karşısında gören şirket varlığımdan emin olamamış olacak ki beni telefonla arayıp acaba orada mıyım ve talebimden emin miyim diye bir bakacaklarmış. Kafayı ne zaman yedik, bu akıl dışılığı ne ara kabullendik diye düşünedurun, çünkü orasını ben de kaçırmışım; ama bir yandan da “çağın gereği” olan işin içinde işi kestirmeye de çalışın. Beni arayacak ve kararımdan vazgeçirmek üzere aldıkları özel eğitimleri üzerimde deneyecek olan ikna ekibiyle son bir mücadele etmem gerekiyor. Uzatmayayım; bu pazarlığı sağ selamet aştım sanıp telefonu kapatıyorum ki bir teşekkür mesajı geliyor. “Bize sizlere hizmet etme fırsatını tanıdığınız için teşekkür ederiz.” Telaşla çağrı merkezini arıyorum, ne oldu, ne yaptınız bana diye soruyorum, bir de öğreniyorum ki o muhabbet sırasında benim “hat kapatma” talebim olmuş mu bana “hat dondurma!” Olmaz diyorum, ben bunu talep etmedim, şunu talep ettim, vay ben ne ettim, vay siz bana neler ettiniz derken, “ses kayıtlarını dinleyelim, size dönelim” diyorlar. Dinleyip dönüyorlar; çok güzel söylemişim, çok beğenmiş, alkış bile tutmuşlar. Yapacak bir şey yok. Lafın arasında “dondurma”yı yalamadan yutmuşum.

Önce bu işe çok sinirlendim, durumu geri çevirmek için ne kadar uğraşsam da nuh dediler peygamber demediler. Yuh dedim, yine peygamber demediler. Bir tam günü bununla zehir ettikten sonra benimle telefonda konuşan ve kalbimi kararttığım o gençler düştü aklıma. Benden giden az biraz paraydı, hepimizden giden bu gündelik kapkaçlar, bu kayıplar üst üste konsa bir yekun ediyor elbet ama o gencecik insanlardan çalınanı bir düşündüm. Her gün acemisi, yaşlısı, zor duyanı, az göreni, idrâki zayıf, muhakemesi sınırlı, dikkati dağınık, sabrı tükenik onlarca insanı tufaya düşürmek, punduna getirmek, onlardan bir basit “onay” sözcüğü ile istediğini ama onların vermek istemediğini almak kim bilir nasıl bir yüktü. Mesaisini tamamlayıp evine, arkadaşlarının, büyüklerinin, küçüklerinin yanına giden o gençler arasında bu yükün ağırlığını, kokusunu, acısını hisseden hiç mi yoktu? Sırtında o yükle yediğinden, içtiğinden, kazandığı o paradan keyif, bereket, hayır görebilen var mıydı? Çoğunun hayatında geçici bir dönem olan bu çağrı merkezi memurluğu, bu aldatmanlık tamamlandığında, o insanla oynama güdüsünü kazanmış gençler hangi işlerde kimlerin canını daha fazla yakmaya meyledecekti? Bu hasar hepimizin gözleri önünde onlara nasıl veriliyordu? Nasıl oluyor da hayatının en güçlü evresindeki insan kendisine dayatılan bu göreve isyan etmiyordu? Emindim çünkü defalarca tanık olmuştum ki bu gençler aynı haksızlık kendilerine yapılsa şikayet edecek, itiraz edecekti ama bunu başkalarına bile isteye, özel bir eğitim ve hazırlıkla yapmayı kabullenmişlerdi.


Bu düşünce, vicdanımı yaşadığım mağduriyetten daha fazla sızlatınca kimmiş bu şirketin CEO'su diye bir bakayım dedim. İki tık, şak diye çıktı. İki tık daha, Twitter'da hesabı da varmış. Aldım elime parmaklarımı, üç tivit attım sordum; benim vicdanıma bir sızı girdi, sizinkinde var mı bir hareket diye. Burda kelime oyunları yaptığıma bakmayın, biraz sert ve dokunaklı ama her halükârda nezaket kuralları içerisinde yazdım. Bir gün sonra toplam etkileşim on dört. Yani tivit pek kimsenin umrunda değil. Ama neyseki hedef beyefendi tiviti görmüş; sızım temizmiş. Bir çalışana mağduriyetimi çözmesi için yetki verilmiş, benimle irtibat kurdular. Benim sorunum ufak bir maddi hasarla çözüldü. Ama bir dakika! Buradaki asıl büyük sorun benim sorunum değildi ki. Bu tür şirketlerin sayısı onları aştı, oralarda çalışan gençlerin sayısı -iki tıkladım baktım- yüz bini aşmış. Yüz binin üzerinde genç her gün bizleri söz oyunlarıyla para tuzaklarına çekmeye çalışıyor ey ahali! Bu çocukları oralardan kurtarmalıyız! O olmuyorsa oraları bu alışkanlıktan, bu dayatmadan temizlemeliyiz! O da olmuyorsa bu çocukları özlerine döndürmeliyiz! Her birini alıp önümüze, “rıza” ile “onay arasındaki farkı, “helâl” ile “yasal” arasındaki farkı, “işini güzel yapmak” ile “güzel para kazanmak” arasındaki farkı anlatmalıyız. İktisadın, ekonominin, finansın, adını ne koyarsak koyalım, hayatın en temel kavramlarından birinin “görünmeyen gider”, diğerinin de “bereket” olduğunu, inandırmak zor olsa da telkin etmeliyiz. Rızasız ama yasal işlerin hepimizden görünmeyen giderlerle götürdüğünü, götüreceğini, “ben parmaklarımın ucundaki yetkiyi haklıdan yana kullanırım arkadaş, buna da kimse mani olamaz, kimse şerh koyamaz” diyebilmenin helâl ve beklenmeyen gelirler getireceğini, hayırlı kapılar, yollar açacağını tekrar ededurmalıyız.


Diğer yandan da “gençler ne yapsın, nasıl yapsın, ellerinden ne gelir” kabullenişine düşmemeli, adaletsizliğe alet olmalarına göz yummamalıyız. Elinden hiçbir şey gelmiyorsa “guzum beni aldatman” diyebilirsin teyzeciğim, “yapma evladım, benden geçti ama sen daha gencecik çocuksun, kalbini karartma” diyebilirsin amcacığım. “Benim de senin kadar evladım var, seni bir gün baban da arayabilir oğlum” diyebilirsin. Ya da patron, sen de üç günlük dünyanın ticaretine, öldüğünde herkesin unutacağı rakamlardan ibaret yönetim başarısı yanılgılarına bel bağlamayıp “siz haklıya hakkını verin, herkes bizi seçecektir gençler” diyebilirsin. O zaman senin için ömrüm boyunca duacı olacağım. Onaylıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder