1 Haziran 2021 Salı

Ahmet Mithat Efendi'nin Gözünden Aile Ve Babası

 


Ahmet Mithat Efendi'nin Gözünden Aile Ve Babası


Dosya konumuz “aile” olunca hem toplumda ailenin hem de ailede babanın yerini ele alabilme imkânı sunacağından Ahmet Mithat Efendi'nin zihnindeki aileyi okuma fikrini verimli buldum. Böylelikle sağlıklı bir toplum için aile, sağlıklı bir aile için baba eğitimi üzerinde duran bu değerli ama ihmal edilmiş aydınımızı anne babalara hatırlatmış olursam büyük bir emeğe iltifat etmiş olmakla da tatmin olacağım. Zira çocuklarıyla ilgilenmeyi önceleyen, bu yolla kendi tekamülleriyle de ilgilenmiş olacak babalara ihtiyacın günbegün arttığını hissetmekteyiz. Tanzimat ve Servet-i Fünun devirleri ile Meşrutiyet devrinin başlarını yüzlerce cilt eseriyle dolduran, gazeteci, hikâyeci, romancı, tarihçi, felsefeci ve ilahiyatçı Ahmet Mithat, toplumu ilgilendiren hiçbir meseleye ilgisiz kalmamış, donanımlı ve sorumlu bir şahsiyet. “Ana Babanın Evlat Üzerindeki Hukuk ve Vezaifi”, “Çocuk Melakat-ı Uzviye ve Ruhiyeti”, “Peder Olmak Sanatı” eserleriyle, çocuk eğitimi üzerinde durmuş batılı aydınları derinlemesine incelemiş, kuramını uygulamayla teyit edememiş olanların yanılgılarını ayıklamış, başta Compayre olmak üzere gözlemci uygulayıcıların fikirlerine kıymet vererek geniş bir külliyatı müslüman ahlakı ve Osmanlı değerleriyle de kaynaştırıp yerelleştirme çabası göstermiş. Bu özelliğiyle, ezberlerin tekrarı ve zanların deneme mahâli hâline geldiğini düşündüğüm modern pedagojiye bir daha ve bir adım geriye çekilerek bakmamızı sağlayabilmekte. Çocuğunu gözleme, tanıma ve dolayısıyla ona nüfuzunun sınırlarını ve faydalarını idrak etme merakına sahip her babayı cezbedeceğine şüphem yok.


Günün maddi imkanlarına sahip babalar, çocuklarının ihtiyaçlarını sağlamak, onları karşılaşacakları engeller karşısında desteklemek, her nevi hak gasbı, taciz ve tecavüzlerden korumak görevlerinde ne kadar kararlı ve atik iseler manevi tehlikeler ve nüfuzu hissedilmeyen maddi bozucular karşısında da o kadar uyanık ve tetikte olmalılar. Çocuğun bedenine giren yiyecek, içecekten, gözü ve kulağı aracılığıyla zihnine hitap eden yayınlara kadar bir çok etkenin denetim altında tutulması baba dikkati ve kudreti gerektirmekte. Vaktini dışarıda yeme-içme, gezme, eğlence veya hobi ile geçiren, köpek veya kuş yetiştiren ve bunlara bazı eğitimler verebildiğinde sevinen, çeşitli bitkiler yetiştirip bunlara yaptığı aşı tutmadığında üzülen babanın çocuklarına yeterince vakit ayırmaması veya bu uğraşlarını çocuklarına ayırması gereken vakitten çalarak devam ettirmesi düşünülebilir mi? Çağın gidişatına direnç olarak çocuğun insanî kabiliyetlerini koruma ve geliştirme gereği düşünüldüğünde, her babanın yolda ve işte elzem olmayarak geçirdiği zamanlarını çocuğu lehine yeniden programlaması, birlikte faydalanabilir hâle getirmesi gerektiğini dahi söyleyebiliriz. Çünkü babanın ihtiyacı olan gözlem için birliktelik önemli. “Kendi evladımızda bazen bir tecelli zuhur eder de onu tedebbu (gözlem) için lüzumu olan vakit içinde o tecelli zail oluverir. İhtimal ki bir daha zuhur etmez. Yahut zuhuruna biz tesadüf edemeyiz.” diyor Ahmet Mithat Efendi. Çocuklar üzerine en başarılı araştırmaların ve tespitlerin sahiplerinin de kendi çocuklarını saat be saat gözleyen araştırmacılar olduğunu ekliyor. “Bir asker ahval-i topoğrafyasını tanımadığı arazi üzerinde harekât-ı harbiye icra edemez. Terbiye-i etfal (çocuk terbiyesi) dahi bir cihattır. O cihadın vukua geleceği meydansa tufuliyet (çocukluk) meydanıdır. O meydanın ahval-i topografyasıysa çocukların fizyoloji ve psikolojileridir.”


Söz konusu gözlemin başka bir açıdan faydası ise babanın, hatırlaması mümkün olmayan ilk yürüme, konuşma, muhakeme anlarına dönebilmesine olanak sağlaması. Babalar evlat sahibi olduklarında onların bebeklik, çocukluk ve gençlik çağlarına uyarak yeniden kendi bebeklik, çocukluk ve gençliklerine döner, o zamanlarını yaşarlar. Çocukla çocuk olmak deyip derinliğini pek anlamadığımız bu zaman yolculuğu babayı en tatlı heyecanlarına tekrar döndürür ve çocuğuyla kurduğu bağ çocukluğuyla kurduğu bağ ile desteklenmiş olur. Bu, çocukla babası arasında daha kuvvetli bir çifte bağ değil de nedir?


İlk kelimeler... Kimi çocukta çok erken, kimisinde çok geç gelen ilk kelimeler. Bugün erken konuşmayı sağlayan en önemli etkenin anne-baba sohbeti olduğu konusunda bütün çocuk bilimciler mutabık. Aksine sebep olan en büyük etkeninse elimizdeki telefon ve karşımızdaki bilimum ekranlar olduğunu söylemeye sanırım gerek yok. Ailenin ilk görevi çocuğa dili öğretmek. Bu da önce etrafındaki, sonra da etrafında olmadığı hâlde hayaline hammadde sağlayacak nesnelere dair görseller üzerinden sohbetle mümkün. Kendisi ile konuşulan çocuğun konuşması kolaylaştığı gibi kavrayışı, öğrenme kabiliyeti ve kapasitesi artıyor, daha önce bulunmadığı ortamlara girdiğinde çekeceği yabancılık azalıyor.


Sohbetle çocuğuna yaklaşan ve gerekli bağı kuran babanın ikinci görevi ise ihmal edilmemesi gereken erken dönem öğretileri. Üç yaşından itibaren öğretilmesi ihmal edilen değer ve davranışlar nedeniyle çocukta yalancılık, hırsızlık, zarar vericilik gibi alışkanlıklar yerleşirse bunların düzeltilmesi çok zordur. İlk öğrenme kolay, öğrenilmiş olanı değiştirme zor olduğundan bazı davranış ve düşünce kalıpları ile değer eğitiminin erken dönemde anne baba tarafından verilmesi zarurettir. Dil, bu bağlama da dahildir. Yüzeysel, huy-alışkanlık gibi edinilmiş bir yabancı dil ile çocuğun dünyasına yerleşen kavramlar, onun için yabancı değil aslî olur ve ileride öz değerleriyle ters düştüğünü gördüğümüzde iş işten geçmiş olacaktır. Sorunlu davranış bir yabancı dil değilse de çocuğun öğrendiği yanlış bir dildir. Kendini ifade etmenin haksızcasıdır demek mümkün. Müdahalecilikten kaçınmaya sığınarak engellenmeyen her hatalı hareket çocukla birlikte büyüyerek yerini sağlamlaştırmaktadır.


Bu sürecin sonunda her şikayeti yersizleştirecek şekilde karşımıza çıkan ancak ve ancak ayna görüntümüzdür. Ailenin bir aynalar evi olduğunu idrak etmeliyiz. Çocuk bize kendimizi gösteren bir aynadır ve onda gördüğümüz tüm kusurların sadece yansımamız olduğunu bilmemiz gerekir. Bu noktada “ağaç yaşken eğilir” sözünü çocukla ilişkilendirdiğimiz gibi aile ile de ilişkilendirmek istiyorum. Aile de yaşken eğilir. Çünkü genç anne-babanın çocuklarını yetiştirirme dönemi, kendilerini yetiştirmeleri, kusurlarından sıyrılmaları için son fırsattır. Büyüklerimiz, insanın kırkından sonra bazı huyların değişmeyeceğini, nefs terbiyesinin mümkün olmayacağını söylerler. Çocuğun katılmasıyla şahsi sorumluluğumuzdan ibaret olmaktan çıkan hayatımız aile hayatı olur ve davranış sınırlarımızın daha kalın çizgilerle çizilmesi mecburiyeti doğar. “Anneler kocalarından, babalar etraftan saklamaya mecbur olacakları az çok, büyük küçük fenalıkları çocuklarının yanlarında yaparlarsa ne kadar uğraşsalar da hiçbir dersi, öğüdü, nasihati çocuğa tesir ettiremezler.” Ama elbette hatadan münezzeh olmadığımızı da kabul ederek bu aynalar evinde görmemiz gerekenleri görüp düzeltmekle mükellef olduğumuzu hatırlamamız ve bu çabada tembellik etmememiz yeterlidir. Ahmet Mithat Efendi Compayre ve Preyer'in mutabık oldukları şu noktaya dikkat çekiyor: “çocukta ahlak teşkili için başvurulacak eylemler o kadar çoktur ve ahlak o kadar çeşitli unsurların toplamından doğan bir tabirdir ki çocuğun ahlakının varacağı noktayı tahayyül etmek dahi imkan dahilinden çıkar.” Bu sözden, ahlak inşasını oluruna bırakmak gibi bir sonuç çıkarmak büyük hata olacaktır. Aksine her ânımızı teyakkuz hâlinde yaşayarak, çocuğa örnekliğimizde açık vermemek mecburiyetini hissetmeliyiz. Çocuk herkesten, her durumdan ahlakî sonuçlar çıkartacak, bu sonuçlar çoğu zaman çelişki ve çatışkılar içerecek ve bunları ancak kendi zeka ve ayırt etme kuvvetince değerlendirerek şahsiyet sahibi olacaktır.


İyi bir ailenin iyi babası olma niyetiyle konuyu toparlarken "Baba olmak sanatı vücut bulmaksızın, tahakkuk etmeksizin ana olmak sanatı kızlarda husule gelmiş olsa bile hiçbir faydası olmaz." sözünü de atlamaya gönlüm razı olmadı. Yükü anneye veya ailenin ancak vekili olan öğretmene bırakmaya meyilli babalar için ailedeki hakiki yerlerini idrake vesile olsun inşallah. Zira çocuğumuz Hz. Adem'i (a.s.) son insana bağlayan zincir üzerinde, dayanıklılığına tesirimiz olan tek halkadır. Ona annelik-babalık sanatı ile verilen eğitimin aktarmalı olarak ilkokul, ortaokul, lise ve üniversite eğitim seviyelerini yükselteceğini, önce millet bilincini ve başarısını sağlayacağını, sonra insanlık namına iyilik cevherini parlatacağını her ânımızda hatırlamamız gerekir. Biz pasif bir eğitim almış, iyi aile çocuklarıyız. Şimdi, ebeveyn nesil olarak aktif çocuklar yetiştirmek zorundayız. Ne olurlarsa olsunlar fikir birliği ettikleri büyük bir amaçları olmalı! Dünyayı bir barış yurdu olarak yeşertmek. Ve bu amacı taşıyabilmeleri için iyi aile kapsamını iliklerine kadar hissetmeleri gerekmektedir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder