2 Ocak 2016 Cumartesi

OKUMA NOTLARI: İsyan Ahlakı / Nurettin Topçu



Koyu yazılan bölümler doğrudan alıntılanan, diğerleri ise özetlenen bölümlerdir.



Spinoza'dan hürriyet üzerine; Ruhta asla mutlak veya hür irade yoktur, fakat insan ruhu bir sebep tarafından şunu veya bunu istemeye azmettirilmiştir, bu sebep de bir başka sebep tarafından, ve bu da bir başka sebep tarafından... böylece sonsuza kadar gider. İçimden bir ses kitabın devamında bu izah derinlemesine açıklanacaktır diyor, açıklanmazsa ben bana çağrıştırdıklarını yazacağım. 

Bilge kişinin daha fazla ruhi hürriyete sahip olmasının sebebi, hareketlerinin zorunluluğu hakkında diğer insanlara nispetle daha fazla bilgiye sahip olmasındandır. 

- o -

İlk yüzotuzbeş sayfada, bir fikri toparlamış alıntılayabilecek kadar kısa bölümler bulamadım. Ahlak, sanat, sezgi, bilgi, inanç, ferdi ve sosyal hayat üzerine bir çok düşünürü tahlil ederek, kısmen destekleyerek, kısmen eleştirerek çok derin açıklamalara girmiş. Ancak bu bölümün sonunda yazar ve referans aldığı düşünürler tarafından gelinen nokta şu ki; bilgi bu aleme ait eşya arasındaki ilişkilerin tecrübesinden doğuyor ve bu vasfıyla hakikat önünde sanat, sezgi ve inanç kavramlarının altında kalıyor. Gerek sanatta, gerek inançta, sezgi yoluyla erişilen, bilgiden tamamen bağımsız olmayan ama bilginin üzerinde değer taşıyan hakikat emareleri görülüyor. 

Fakat nadir insanların sezgi yeteneği oluşu, sadece bu insanların şahsi ve az çok derin inançlarının olmasından değil, aynı zamanda onların saf, bozulmamış ve katıksız duyum elde etmek gayesiyle yabancı unsurlarla karışmış sıradan duyumları arındırmağa muktedir olmalarındandır. 


- o -

Ne zaman din katılaşmış ve cansız şekillere boyun eğer, mistiklik tekrar ortaya çıkar. Bu anlamda "mistiklik dini en üstün kemal derecesine çıkarmak, bir velilik hayatı yaşamak için kahramanca bir denemedir. Böylece mistiklik her dinin hem temelinde hem zirvesindedir. 

- o -

Gandhi'nin kendi iç mücadelesi ve hür hareketin yeryüzüne yayılmasını engelleyen devlet güçlerine karşı mücadelesi ile Hz. Muhammed'in cihad idealine yaklaştığını söylüyor. Bu çile çekme mücadelesinden vazgeçilmesi dolayısıyla islamda çözülme ve gerileme başlamıştır. Oysa cemaatin kurtuluşu için ilk müslümanlar, çile doldurmuş, mistikler başta olmak üzere sadece savaşlarda düşmanla değil, devlet yönetiminde, kendi kalblerinin derinliklerinde nefsleriyle cihad bakışı ile çarpışmışlardı. Yine insanlığın içine düştüğü girdaptan kurtaracak olan Anadolu dervişliğinin başvuracağı ve belki de yayacağı bu iç mücadeledir. İslamın ilk üç yüzyılında Hz. Muhammed'den Hallac'a ve sonrasında da Anadolu dervişlerine aktarılmış olan islam mistisizmi bunun tek çaresidir. 

İlahi irade aile, millet, medeniyet isteyen ferdin bütün hareketlerinde, hatta dine en yabancı harekette bile sonsuzluk endişesi şeklinde mevcuttur. "Allah düşüncelerimle hareketimin yapmacık bir aksedişi ve uzanışı gibi bir şey olmak şöyle dursun, düşündüğüm ve yaptığım şeyin tam ortasında bulunuyor.; ben O'nun çevresinde dolaşıyorum, düşünceden harekete veya hareketten düşünceye geçmek için, benden yine bana gitmek için, her an O'na başvuruyorum."

- o -

İmandan isyana geçiş bahsinde, insanda, kendi iç kuvvetlerinin baskısını aşmasıyla doğan isyanın aslında Allahlı benliğinin Allahsız benliğine karşı isyanı olduğunu tespit etmiş. İradesinin ve tabiatın yetersizliğini bildiği anda insan bunlara karşı bir isyan geliştiriyor ve bu isyan onu hakikatin bir parçası olmaya götürüyor. 

- o -

Yazar isyan anlayışının gelişimini temelden kemale doğru bir sıralamaya koymuş; Stirner'in bencil benliği hayatın temeline alan ve kendi arzuları dışındaki herşeye isyanı benimseyen anlayış en alt seviyede. Sonrasında Rousseau'nun kendi ahlakını yaratılış itibarıyla diğerlerinden üstün gören ve bu yüzden diğerlerini yok sayan, böylece toplum içerisinde bir yalnızlıkla sonuçlanan, kendi ahlak seviyesine erememiş tüm işleyişe isyanı geliyor. Burada kendi dışındakileri isyan, onlara nefret olarak ortaya çıkmıyorsa da kendini karamsar ve karanlık bir halden kurtarıcı özelliği de halen yok. Son olarak Schopenhauer'in, kötülüğün sebebini var olma iradesi olarak gören isyanı var. Burada isyan var olmaya karşı. Hiçliği istemekle var olma iradesinin yol açtığı kötülüklerden kurtulabileceğine inanıyor. İsyan anlayışındaki bu gelişim süreci bizi hakikate daha yakın olan Allah'ın insandaki isyanına doğru adım adım yaklaştırıyor ancak ona ulaşana kadar eksik. Bu üç isyan anlayışını şöyle özetlemiş; ilki bütün beşeri kurumların inkarı, diğer sosyal kurumların inkarı, sonuncusu da varlığın inkarı. Bunlardan ilki kurtuluşu bencillikte, ikincisi kalbin doğrudan doğruya tabiata iştirakinde, üçüncüsü ise iradenin kendi kendini inkarında aradı. 

Ve işte en önemli nokta; Fakat bir hareket, ancak kendi içerisinde baş kaldırdığı bir nizama karşılık, yeni ve zorunlu olarak daha üstün bir nizamın ihtiraslı iradesini taşıyorsa isyan adını alabilir. Bu şartı sağlamamış olmaları nedeniyle Stirner, Rousseau ve Schopenauer'i gerçek birer isyancı olarak görmüyor. Her üçü de isyanlarını sınırlamak veya feda etmek suretiyle kendi içlerine gömülü kalmışlardır. 

Allahlı isyan ahlakında, anarşist ile uysal bir aradadır. Anarşisttir çünkü etrafının, diğer insanların ve hatta kendi içinin anlaşılmazlığına karşı isyan eder, uysaldır çünkü bu isyanını kendini yok etmeye değil var olanı bulmaya ve ona itaat etmeye yönlendirir. İsyan eden uysal, ızdırabı (mistik acı, çile) dost edinir, onunla sürekli temas halindedir. Kadercilik diye haksızca itham edilen bu uysallık aslında mistiklerin en büyük kuvvetidir. Bu duygu, mistiği, Stirner'in canavarca bencilliğinden, Rousseau'nun safça gururu ve hastalık derecesindeki acziyetinden, Schopenhauer'in de karanlık ve sonuçsuz kötümserliğinden kurtarır. Onu ilahi iradenin kaynağına ulaştıran da budur. Hallac, darağacında kendisini suçlayanlar hakkında şu hayret verici dua ile Allah'a yalvarıyordu;

"Onları affet ve beni affetme, madem ki insanlığımı kendi uluhiyetinde yok ediyorsun, uluhiyetindeki insanlığımın hakkı için beni öldürmeye çalışan bu kişileri bağışla."

- o -

Allah'a iştiraki ile kendi uluhiyetinin farkına varan mistik, kendine ve herkese yükümlülük getiren insanlık ile kendini ve herkesi kurtaran uluhiyet arasında seçim yapmak zorunda kalınca, kendisinin ve herkesin selameti için kendini kurban etmiş olarak ölmek ihtirasıyla yanıp tutuşur. 

Bu da sanki sonuçsuz ve faydasız, bencilce bir isyana sarılmakla kendini yücelttiğini sanan günümüz şuursuzları için söylenmiş gibi;

Bizim Allahımız, isyanın Allahıdır. 

- o -

Sonuç olarak varılan, hem anarşizme hem uysallığa karşı, hem toplum gerçeğinin herşey olduğuna hem bencil ve katı ferdiyetçiliğe karşı isyan ahlakı, bana, daha önce Sezai Karakoç okumalarımdan bir bölümü (http://aerkanakay-icsel.blogspot.com.tr/2014/08/okuma-notlari-sezai-karakoc.html) çağrıştırdı. Orada da islam, komünizm ile kapitalizm arasındaki orta yolu buluyordu. İslam her daim, her alanda sırat-ı müstakim (doğru yol-orta yol) kavramını önümüze getiriyor. Her gün defalarca söylediğimiz ama idrakine varamadığımız kavramlar da kimi zaman Sezai Karakoç'un kimi zaman Nurettin Topçu'nun kaleminden zihnimize açılıyor. Allah onlardan razı olsun.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder