1 Eylül 2021 Çarşamba

Öz Dayatım

 


Öz Dayatım


Zamanında dört, beş seçenekli sınavlara muhalefet eder, bu verili seçeneklerin bizleri çocukluktan itibaren derin düşünmekten ve detaylı ifade etmekten alıkoyduğunu söylerdik. Seçenekleri ortadan kaldırmak daha geniş, kapsayıcı bir bakışa zorlayacak, yolların sayısını artıracak ama her halükârda sonuçtan emin olamayışı da içinde barındıracaktı. Bu tasarının, üzerinde en az durulan, belki de akıllara bile gelmeyen faydası “emin olamayış” hissini yerleştirmesi olabilir miydi?


Deneme imkânımız olmadığı için bilemiyoruz. Ama aksini yaşadık ve buradan bir sonuç çıkarmak mümkün olabilir. Seçeneklerimiz hemen hemen her alanda ikiye indi. Birini seçme zorunluluğu bizi önce seçtiğimiz birin arızalarını görmezden gelmeye, sonra onları bile beğenmeye, övmeye doğru itti. Sanatta, sporda, teknikte dahi eğilimimiz, olumlu ya da olumsuz bakışımız, bu ön seçime bağlı olarak şekilleniyor. Buna şekillenme yerine öz dayatım da diyebiliriz. Öz eleştiriden nefret eden sabit fikir çerçevesi, insanın kendine dayattığı tarafgir yaklaşım, her konuya sıçrayan ve er ya da geç öldüren habis bir tümör.


Batıya öykünmemizin temeli olan ilmî-teknik ilerleme seçmediğimiz taraftan gelirse değersiz oluyor. Üstelik onu destekleyen, beğenen, övenler de değersizleşiyor, hatta bizim için büyük faydalar, kendileri için zorluklar getireceğini itiraf eden batılılar dahi bu sözleriyle batılı olmaktan çıkıyor ve câhil, gerici vasıflarını o an hak etmiş oluyorlar. Meseleyi gündemin en başındaki konu üzerinden örneklediğim için tarafgirliği eleştirirken taraflı davranmış yaftasını yemek istemediğimden diğer taraftan da bir bakayım. Bu teknoloji hamlesini sahiplenip, henüz kabullenmeyen kesimi dışlamak gibi bir hataya düşülseydi bu da aynı tarafgirlik düzeyi olurdu. Kapsayıcı, birlikte ilerlemenin, ancak birlikte yeterince güçlü olabileceğimizin farkında bir bakışa sahip olduğumuzda, bugün her kısır tartışmada bu üçüncü seçeneği apaçık görenlerin, kıymetini bilenlerin mağduriyeti, sessizliği sonra erecektir.


Muktedir-muhalif daim devrini sağlıklı göremediğimiz bu en uzun kesintisiz iktidar dönemi, bizi doğru-yanlış kararını, yapan tarafa göre verme körlüğüne itmemelidir. İktidarı düzeltme kudretine iktidarın hatalarını açıkça ifade edebilen yanlıları, muhalefeti düzeltme kudretine de muhalefetin hatalarını açıkça ifade edebilen yanlıları sahiptir. Çapraz bir iletişim olmadığından artık çapraz bir etki mümkün görünmüyor.


Tartışılan konunun, aslolan sorunun tarafgirliğe kurban edilmemesi, hepimiz için faydalı olan sonucun hedeflenmesi gerektiği üzerinde dururken, bunu ispat eder öz eleştirilerimizden de bir iki örnek vereyim ki üzerinde tepindiğim meselelerin öz dayatım değil öz eleştiri ürünü olduğuna her kesimden okuru ikna edeyim. Mesela din eğitiminin niteliği üzerine tartışadururken ahlak ve adalet abidesi olması gereken kişilerin dünyevî çıkarları lehine zâfiyet göstermesi, onların yetkili olduğu kurumların adaleti tesis etmekte yetersiz kalması, sosyal adalet kavramının dindar modern müslüman kılığında lükse düşmüş bir kesimin diline persenk olması, betonarmegeddona inanan yeni bir din mensuplarının dört bir çevremizi betonla sıvaması, rüşvet yeniden kurumları sardıkça, ihalelere fesat karıştıkça, işlerin kesada mahkum olması, kâr edenleri çok olanların kayrılmayanlara yurdu dar etmesi, makam kibrini kendinden uzaklaştıramayanların makamlardan uzak tutulamaması, kadına şiddet, nafaka mağduriyeti, çocuk istismarı, sokak ortasında göz göre göre işlediği suçlara müteakip ilk namazdan önce salıverilenler gibi, toplumun üzerinde mutabık olduğu, hepimizi her gün gerim gerim geren sorunların hâlâ çözülememiş olması, en devletlu kanallarda ahlakımızı yerle bir eden yoz gündüz kuşağı programlarının inatla, pervasızca zehir saçıyor olması ve saymakla bitiremeyeceğimiz çıbanlarımızdan cerahat ancak çuvaldızla akıtılabilir.


Bunca sorun ve bir bu kadar gelişme ortada dururken bütün sorunları karşıya, bütün gelişmeleri kendine mal etmek inandırıcı gelmiyorsa, gelişmeleri de sorunları da hep birlikte sahiplenip, ortak bir akıl ve ortaklıktan doğan bir güçle sorunları çözmek, gelişmeleri katlayarak artırmak elimizde. İnsanın annesiyle, babasıyla, eşiyle, kardeşiyle bile tam bir fikir birliğine sahip olamayacağı, bir yaştan sonra hepimizin kabullendiği bir olgu. Çocuklarımızla fikir ayrılığı ise hızlanan çağın en içinden çıkılamaz getirilerinden. Ve fakat birlikte yaşamak arzusu bütün bu fikir ayrılıklarının üzerinde. Çocuklarımızdan birini diğerine tercih edemeyeceğimiz gibi memleketi de evlatlarından birilerini diğerlerine tercih etmek zorunda bırakamayız. O zaman, kutupları dahi kendi içlerinde bölüp parçalamaya giriştiğine şahit olduğumuz zamane şeytanının yoluna oturma vaktidir. Teknoloji ve enerji hamlelerine muhalefet etmeyerek teknolojimizi ve enerjimizi sorunlarımızı ortadan kaldırmaya harcayabiliriz. Isıtılıp ısıtılıp önümüze konan intikâmı elimizin tersiyle itip, “yetti artık sizin bayat mevzularınız” diyebiliriz. Bugünküne benzer fikir ayrılıklarının dizginlendiği ve hep birlikte girişilen milli mücadele dönemindeki gibi bugün de hep birlikte var olma mücadelesi verebiliriz. Niteliği değişen savaşların, nefs mücadelesiyle, bedenen olmazsa fikren şehadetle kazanılabileceğini fark etmeliyiz. O fikrî şehadet de ölmeden önce ölmekle, her sözü söylememekle, her tartışmayı körüklememekle, her kifayetsiz saldırıya karşılık vermemekle, azimle ve sabırla, en çok da sükunetle iş çıkararak sağlanacaktır.


Size sunulan iki seçenekten birini kabul etmek zorunda değilsiniz. Çözümünüzü üretin, kendi sözünüzü söyleyin. Kime dokunursa dokunsun, dokunulan irkilsin. Yanlışsa düzelsin, doğruysa şevklensin. Ama hakikate halel gelmesin. Başkasının yanlışı sizin doğrunuz olmasın. Kişi kendinden utanmasın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder