1 Ağustos 2021 Pazar

NAZAR

 



NAZAR


Sizi yeni bir nazar biçimiyle tanıştırayım. Öyle düşen çocuğun, yeni arabanın, terziye diktirilmiş ipek elbisenin başına gelen cinsten değil. Orman tutuşturan, sele boğduran, kadın öldüren, şehit verdiren cinsten bir nazar. Bu nazar duyduk duymadık, gördük görmedik, bekledik beklemedik her felakete zemin hazırlıyor ve bir an önce “ortak hedefe yönelik birlikte çalışma yöntemlerini” okuyup kendimize üflemezsek daha nice felaketlere zemin hazırlamaya devam edecek. Birbirimize her an kem, keskem, kem kere kem gözle bakma batağımızdan bahsediyorum, bahsederken bile nefret ediyorum, nefretlere doyamıyor tiksiniyorum.


Önümüzde ormanlarımız cayır cayır yanıyor, çoğumuz için bunun, gündelik iş olan kavgaya yeni bir fasıl açmış olmaktan öte bir anlamı yok. Sel geliyor, insanlarımızı, emeklerini, mahsullerini, evlerini alıp götürüyor, kazık temelle inşa edilmiş kavgayı bir türlü götüremiyor. Her gün kadınlarımız ölüyor, ömrümüzü tüketen tartışmaya tartışmayan kadınların eli değmiyor. Ölüme doğduğundan beri tertemiz hazır şehit, bıkmadan usanmadan can verirken, taş taş üstüne koymadıkları bir tek ömürlerini kavgaya vakfedenlere gönül koymuyor mu ki kavga edenler de yenidoğanların daha ilk adımlarıyla şehadet yürüyüşüne başlamalarını umursamıyor.


Daha neler göreceğiz? Bir gün gelecek kaza yapmış, yanan arabasında sıkışmış birine yardım etmeden önce partisini mi soracağız? Gün gelecek tacize uğrayan kızı arkalamadan önce inancını mı sorgulayacağız? Gün gelecek bir bebek kaçırılırken önce anasının-babasının kıyafetine şöyle bir kem gözle mi bakacağız? Yarın deprem olduğunda hayatta kalacakları, yardım edilecekleri iktidardaki ideoloji mi belirleyecek? Düşman kapıya dayandığında memleketi baştakilere göre mi savunacağız? Geçmişten geleceğe devam eden kısır tartışmalar acaba hangimizin çocuğunu diğerine zorba kılacak?


Geçmişin tüm kısır kavgalarından, doğruyu yanlışı zihnimizde işleyip işlerimizde fayda verecek şekilde kullanmayı düstur edinerek ve sözün fazlasını buruşturup çöpe atarak sıyrılsak da bugünden, şu andan sonramızı sadece ortak hedeflerimize yönelik planlasak. Konuşmak yerine elimize bir iş alsak da onu tamamına erdirmek için oyalansak, bizi ne alıkoyabilir? İnançlı-inançsız, solcu-sağcı, gelenekçi-gelecekçi aynı tarzda yaşamasalar da bir bütün için tartışmasız aynı üzüntüyü ve aynı sevinci doğuran hâllerde nasıl olur da aynı hisleri paylaşamaz?


Kem nazar! Kötü, uğursuz, biraz kurcalarsak nefretli, hasetli, fesatlı, bedbaht, berbat nazar bizimkisi. Birbirimizin üzerinden hiç çekmediğimiz kara kılıç. Kem; bin yıldan eski kelime. Ağrıdan, hastalıktan doğmuş, kötüye, kötü bakışa yoğrulmuş. Bakış kemse göz hasta, akıl hasta, kalp hasta olmalı ki böyle diyegelmişler. İnsan ağrısını atmış o kem bakışla. Hastalığını bulaştırmış. Öyle sanmış. Öyle ummuş. Ne kötü zan. Dönmüş dönmüş sahibini vurmuş. Herkes biribirine böyle bakar olunca herkes hasmını vurdu sanıp kendini vurmuş, sağ kalmamış. “Sağ”. Artık durup başımızı sağaltmamız lazım. “Derviş bağrı baş olur, gözü dolu yaş olur...” demiş Yunusumuz. Başımızı, yani yaramızı sağaltmamız lazım. Her zaman başımızda birileri olacak, biri gidecek biri gelecek, başımızdakileri bağrımıza yara etmemenin çaresi hedeflerimizin ortak olmasıdır. Ve zaten öyledir de. Bunu fark edip birlikte yürümeyi kabul ettikten sonra baş sağalır, başımızdaki de rahat eder biz de rahat ederiz.


Eğriyi doğruyu güzellikle kabul ettirme imkanlarının en yüksek derecelerindeyiz. Ama sözün itibarını iade etmek için uzun bir sükut lazım. Kavga edenlerden olmadığımızı göstermeye yetecek bir sükut. Belki aylar, belki yıllar. Kendimizi kabuktan ayıklayacak kadar. Sonra yerine ulaşacak, yerinde ağrıyacak söz ederiz. Sözün gücü doluluğundan, saflığından, yoğunluğundan, pekliğinden, tokluğundan gelir. Saçıla, döküle, atıla, satıla edilenden söz süzülmez. Bir sustuğumuzda kaç yeni kavga sönmüş olur. Bin sustuğumuzda kaç? Hayır söylediğimiz bile şerre dönüştürülüyorsa söze ne gerek kaldı? Harcı yalan olan akışlara kapıldıktan sonra söze ne gerek kaldı? Somut ve şaşmaz bir çaresi var; susup birkaç saat, en fazla bir gün beklemek! Doğru kendini gösteriyor. O kendini gösterene kadar kavgadan kavgaya dalıp gönül kirletmeye ne gerek var? Doğruya karşı kışkırtıp, muhatabın inkârını körüklemeye ne gerek var? Yarasına basıp, kanatmaya ne gerek var?


Biz, işimize bakan, susmayı bilen, sözü yerinde tutup yerinde kullanmayı bilen, yalanla kavgadan ve ona inanmaktan kaçınabilenler! Bilelim ki kalabalığız. Umutsuzluğa kapılmayalım. Sesi çok çıkanların kavgasına kapılmayalım. On tayfa kavga ediyor diğer sekizi taraf seçiyor. Oysa sekizi küreklere asıldığında kavga anlamsızlaşır. Gemi yürür, istedikleri yere, istedikleri kadar. Tayfalar iki takım olup kavga ederlerse bir korsan gemiyi ele geçirecek ve onların hepsini kürek mahkumu yapacak. Yine kürek çekecekler ama esaretlerine... Çocuğa böyle anlatırım. Siz olsanız nasıl anlatırdınız?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder