15 Temmuz 2021 Perşembe

CIP TIS

 


CIP TIS


Kimi babasının cebinden aşırdığı, üç kuruş haftalığından artırdığı ya da kahvehane masalarında üttüğü parayla doğan görünümlü şahininin, kimi hesapsız harçlığının bozukluklarıyla pırrarisinin bagajına düzüyor pes ettiren o abes sistemi. Bir gece, bir de kuytu sokak buluyor, kendi hâlinde bir kurala racon kesip kral kesiliyor, sesi sonsuza kadar açıyor. “Sadece ben varım ve buradayım...” diyor, “...duyuyor musunuz?” Duyuyorsak biz de varız. Duymuyorsak o da yok. İşte böyle bir açmazdan sesleniyor.


Ve bizi inkâr, yalnızlığını ilan ediyor. Birden farkına varıyor; onca insan sırf o yok saydığı için mi yoklar yoksa hiç yanında olmadıkları için mi onları var sayamıyor? Düşünüyor. Bir elini tutan olmadığını, bir yüzüne gülen, bir derdini soran olmadığını, sevgilinin gözü ucuyla bile hiç süzülmediğini... O, bağrına nispet lastik yakarken bu sessiz sakinlerin nice huzurlar içinde yattıklarını... Tanısa seveceği, tanımadan sevmediği hemşehrilerinin evlerini potpori kokteyliyle kundaklarken aldığı zevkte patinaj yapıyor. Sığ saçma bir eğlenceye saplanıyor, yol alamıyor, varamıyor. Kuytu bir utanmazlığa park ediyor, içiyor biraz. Biraz tüttürüyor.


Basbayağı “ben yalnızım” diyor ama bozuk genççesi yüzünden anlaşılamıyor. Biz bu dili biraz anlıyoruz ama pek konuşamıyoruz. İş yine ona düşüyor. Anlaşılmak için önce anlamak gerektiğini çözmeli. Anlamaya birilerinden başlamalı. Erken kalkıp yol almak üzere yatmış olan ağabeyinden, doktor olma hevesiyle ders çalışan kız kardeşinden, dermansız hastadan, tavşan uykusundaki bebekten, uykusuz anneden, o an görülen bir kâbustan, verilen bir son nefesten başlamalı. Geceyi yırtmak yerine kapalı perdeleri aralamalı. İrkilerek uyanmış bir adamın bedduasına mı uğramalı, teheccüde kalkmış bir akranın “Allah ıslah etsin”lerinden mi nasiplenmeli? Dul kadının tedirgin yüreğine mi inmeli, kör bir duvara mı çarpmalı?


Çevirenlerden hayırlı biri onu bu yoldan çevirmeli. En keskin görüşlü gözcüler görüyor demeli. Erkenden dönerseniz bu cezalar toptan siliniyor demeli. Bu dünyanın altını üstüne getirdiğinde sen kim olmak isterdin, sormalı. Ol be çocuk yanındayız, omuz vermeli. Bir öğretmen görmeli, bir baba sevmeli bu çocukları, bir anne her gece ısrarla beklemeli. Gürültüde kaybolmaktansa sessiz bir isyanla dünyaya baş kaldırmayı öğretmeli. Bir abla çay demlemeli, gecenin nimetlerinden dem vurmalı. O biskuvi var ya o bisküvi. Yaşı yok onun. Çaya beraber banmalı. Ucuz gaz değil, sohbet ehlinden haz almalı bu çocuk. Yanlamak yerine dosdoğru yol tutmalı. Bir şarkı ile bin haneden lanet toplamamalı.


Bakarsan sağ oluyor bu çocuk, bakmazsan da büyüyor. Arabaya kaçma yaşları geçiyor. Şehri ateşe, velveleye verip vatanı müdafaya gidiyor. Ali kıran yol kesen konvoylarla evleniyor. Hatır saymıyor, hayır dua beklemiyor. Bir türlü duyuramıyor sesini, bir türlü herkesin onu gördüğünden emin olamıyor. Duramıyor, yine karaltılı evlerde geceliyor, kaçarak kendi evinden. Müziği sonsuza kadar açıyor. Kim bilir hangi mahallenin yabancılarına daha yakından zulmediyor. Eşine, çocuklarına uzaktan. Bir türlü yırtamıyor şu geceyi, şu yalnızlığı paylaş paylaş bitiremiyor. Bir “ritim” arıyor. Türkçesi: tartım, dizem bunun. Yani aslında bir ölçü arıyor, bir denge, bir düzen arıyor. Ama sahtesiyle oyalanıyor. Belki başkasının tutturduğu düzeni beğenmiyor. Çok kurulmuş düzenlerden uzak duruyor ki kendi düzenini kurabilsin ama özgün sandığı o düzen de çok kurulmuş, çok yıkılmış düzenlerdendir, bilemiyor. Vaktini bekliyor. Çıkıp çıkıp gerisin geri giriyor bir arkadaşa bakıp çıkmak için. Bakıp çıkıyor, batıp çıkıyor. Bir el uzatılsın bekliyor.


O zaman can simidi atalım. Şu çocuğu bir mahallesine çekelim. Daha yaklaşırken sesi kısacak. Sigarayı atacak, kendine çeki düzen verecek. İnsanlar görünür olmaya başlıyor, selamından belli. Top oynayan çocukların yoldan çekilmesini bekliyor, kornaya basmıyor. Meğer mesele “ötekiler”miş. Bizim ötekilerimiz televizyonda, sosyal medyada, siyasete, zihniyete göre şekillenirken onun ötekileri zeminde, fizikî menzilinde, gelir durumuna, yaşa, yaşadığı yere göre belirlenmiş. Mahallesinden çıkınca sesi sonsuza kadar açmış. Oradakileri tanımadığı için düşünmemiş, o etapları düşünmeden oynamış, ses bombalarına sarılmış. Defalarca ölmüş, yeniden başlamış, umursamamış ama mahallesine hep o tek bir canıyla dönmüş.


Ötekileştirmenin biçimleri yaşa, eğitime, cinsiyete, gelir seviyesine göre değişebiliyor. Sabahtan akşama büyük büyük cümlelerle, suçlamalarla, hakaretlerle, haksızlıklarla, kayırmayla, tartışmayla birbirlerini düpedüz ötekileştiren yetişkinlerin verdiği rahatsızlık gece gürültülerinden yıkıcı. Ama sessizliği, bizi yok sayanlara, hayatımızda yer açmadığımız için asfaltımızdan geçenlere tavsiye ediyoruz. Belki de biz sessiz olsak onlar çığlık atmayacak, konuşacaklar. Zorlama bir günah keçisi tayin etmeye, haddini aşan gençleri aklamaya çabalamıyor, hepimizin kulaklarını tırmalayan sorunun çözümü için aynı masaya oturmayı ve sözü küçüğe vermeyi teklif ediyorum. Hayal ediyorum. Sürpriz bir çevirmeyle durdurduğumuz bu gençlerden birini, polis yerine tonton bir amcayla teyzenin, kucağında bebeğiyle bir annenin karşıladığını, bu mağdur insanların gürültüden duydukları rahatsızlığı o gencin yüzüne güzellikle söylediğini hayal ediyorum. Pişmaniyeye dönen gencin özür dileyip el öptüğünü, bir daha yapmayacağına söz verdiğini hayal ediyorum. Memlekette aksine yeltenecek genç olmadığını adım gibi biliyorum. Böyle acayip işler düşünüyorum, sınır tanımaz, sınırlarımızı aşacak gençlerimizle ilgili bizim aklımıza sığmayacak çözümler denemeyi, meseleyi ortaya koyup sözü onlara bırakmayı teklif ediyorum. Ama siz de bağırmadan konuşun gençler, olur mu? Egzozunuzu seveyim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder