8 Ekim 2021 Cuma

ÇOCUKLA KONUŞMAYA DAİR...

 


ÇOCUKLA KONUŞMAYA DAİR...


Sizce Çocuk Edebiyatı nedir? Diğer türlerden nerede ayrılıyor?


Yetişkinlerle çocuklara yönelik edebiyatı içerik üzerinden ayırıyor olsak da bugün edebiyatla sağladığımız, basitçe ifade etmek gerekirse, konuşabilmektir. İnsanlar, karşı karşıya geldiklerinde birbirlerini dinleyerek konuşamayan canlılara dönüşürken edebiyat, biz emek verenlere sözümüzü söyleme ve merak edenlere de dinleme imkânı veriyor. Sonra biz okurlarımızla bir araya geldiğimizde adeta birbirini tanıyan ve seven dostlar gibi birbirimizi dinleyerek konuşabiliyoruz. Zihin dünyamıza çoktan girmiş olan okur, çağın imkanları sayesinde hayallerimiz ve fikirlerimiz hakkındaki düşüncelerini, yorumlarını paylaşabiliyor, onları kullanıp geliştirebiliyor. Her yan kötülükle yıkılıp dökülürken biz iyilikte buluşup çoğalabiliyoruz. Yetişkin edebiyatıyla akranlarımızla konuşuyorsak çocuk edebiyatıyla da içimizde yaşattığımız çocuğun akranlarıyla konuşuyoruz. Dolayısıyla çocuk edebiyatının kanımca içimdeki çocuğu yaşatmaktan ve onun arkadaşlarıyla konuşmaya devam etmekten öte bir farkı yoktur.


Bugünkü çocukların neyi eksik?


Biraz fren, biraz neşe!


Bugünün çocukları somut imkânlar açısından bizlerden daha varlıklı olmalarına karşın tatminsizliğe yakınlıkları nedeniyle belki de bizim kadar mutlu değiller. Bu imkanlara çocukluğunda sahip olamayan ebeveynin, tatmine çocuğunda ulaşmaya çalışması, çocuğun tatminsizliğiyle sonuçlanıyor ki bu da muhtemelen büyüdüğünde onun da kendi çocukları üzerinde farklı bir tatmin arayışını devam ettireceği anlamına geliyor. Bu zincirleme kazadan kurtulmak için imkanların orta yollu kullanımı ve eşit dağılımı üzerine her anne babanın kafa yorması, çabalaması, yeri geldiğinde kendi imkanlarından feda etmesi gerekebilir. Zaten biraz düşünse yaşadığı en mutlu anıların ona verilen oyuncaklarda değil arkadaşlarıyla birlikte keyifle oynadığı oyunlarda, yediği abur uburlarda değil, ailesiyle yaptığı piknikte, arkadaşlarıyla bölüştüğü anne kekinde, giydiği süslü, marka kıyafetlerde değil üzerinde paralananlarda olduğunu hatırlayacak.


Neşe eksikliği ise daralan ruh halimizden, üst üste sırtlandığımız yüklerin ağırlığından olsa gerek. Biz yetişkinlerin aynalığından bugünlerde çocuklara yansıyan altı üstü dert yumağı. Ben hikâyeyi burada devreye sokuyor ve yaşarken bulamadığım neşeyi hikayelerimle tamamlamaya gayret ediyorum. Yetişkin dünyasının karanlıklarını değil çocuk dünyamın aydınlığını, sarı sıcağını, kar beyazını çocuklarla paylaşmak, yakınlaşmamıza onlara öğretebileceğim her şeyden fazla katkıda bulunacak gibi geliyor. Bu yüzden hikayelerim düşmanlık, yorgunluk, yılgınlık, bölünmüşlük, dağınıklık, kısacası distopya değil, ütopya eğilimlidir ve eğer böyle bir görevi varsa yaş ağaçları, yarın bugünkünden daha iyi bir yaşam olacağına dair umutları korumaya, çabayı devam ettirmeye eğmektedir. “Bunu vazife edinmene gerek yok” diyen okurlarım da neşelendikleriyle kalırlar ki bu da beni mutlu etmeye fazlasıyla yeter.


Z kuşağı ?


Z kuşağı ayrımına inanmıyorum ve hatta bugünün çocuklarını böyle tanımlayarak onları kendimizden uzaklaştırdığımızın farkında olmadığımıza da üzülüyorum. Küçük çocuğun yanında onun hakkında rahat rahat konuşan anne babalara bundan kaçınmalarını salık veririz. Çünkü ilgilenmiyor gibi görünür ama kendileri hakkındaki fikirlerinizden etkilenirler. Sevilmediklerini, beceriksiz olduklarını düşünebilirler. Toplum olarak bunu aklı başında gençlere reva görüyor, sonra da onlardan bize yakın kalmalarını bekliyoruz. Her “Z kuşağı” dediğimizde kendimizi Y'den, X'e değil A'dan öteye attığımızı bilelim. Onlar yerinde duruyor, hatta ilerliyor, bu söylemi yürütenler ise sadece kendilerini geride burakıp ötekileştiriyorlar.


Her zaman kuşaklar arası farklar olmuş, biz de yaşadık, bizden sonrakiler de bunu yaşayacak. Hiçbir kuşak kendinden sonrakinin tüm duygularına ve becerilerine aynıyla vâkıf olmak zorunda değil, zira zaman durmuyor ve değişenler var. Teknolojideki gelişimin hızına bağlı olarak kuşaklar arasındaki farkın büyüdüğünü kabul ediyoruz ancak bunun sonuçlarından, arası açılan kuşakların hiçbirinin memnun olmayacağını da yine zamanla göreceğiz. Dolayısıyla bu bağı kopartmaz, incelse de canlı tutarsak can suyu her daim yürüyecek ve en kurak zamanlarda yine o bağ sayesinde hayatta kalacağız. Bilgi çağı hakikaten has bilgi çağı olsaydı bu farkın açılacağından daha fazla korkabilirdik. Çünkü o zaman tecrübeye ihtiyaç azalacaktı. Ancak benim gelbilibilgi çağı dediğim bu çağda, dolaşan bilgi işe yarar olmaktan çok yanıltıcı. Yapıcı olmaktan çok yıkıcı. Ve hayatın büyük yanılgılarına karşı gençlerin başvurabileceği hazine, dayanabileceği duvar hâlâ büyüklerinin tecrübeleri. Tecrübe değilse bile maddi, manevi destekleri. Önemli olan, edindiğimiz birikimi eleyip süzüp, doğrusuyla aktarmak. Aramızdaki alışveriş iki tarafa da kazandırarak devam ettiği sürece kuşaklarımız birlikte mutlu olacaklardır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder