Koyu yazılan bölümler doğrudan alıntılanan, diğerleri ise özetlenen bölümlerdir.
Eski devir, ruhlardaki ilk ve tabiatla birlikte kaynayış ve imanlara dalış mevzuu olan san'atları yasak ediyordu. Yeni devir, bir imandan doğan müsbet ilmi, gerçek kaynağından ayırıp menfaate bağladıktan sonra onunla birlikte korkunç materyalizmi ruha mabut yapmak isteyerek ibadeti unutturdu. San'atla ibadetin her ikisine de muhtacız, ibadete san'atın kapısından girilir.
- o -
Aristo felsefesi ile kıyas mantığını tek hakikat kaynağı olarak benimsedikleri için Farabi ve İbni Sina gibi düşünürleri islamda skolastik düşüncenin temsilcileri olarak görüyor ve eleştiriyor. Şekle bağlılığı ve üstatların fikirlerini sorgulanamaz şekilde kabullenmeyi skolastik düşüncenin önemli iki karakteri olarak görüyor ve sorunlu buluyor. Kuran'ın Aristo felsefesine göre tefsir edildiğini, uyuşmadığı yerlerde görmezden gelindiğini veya uydurulduğunu söylüyor. Gazali bu düşünceyi eleştirirken İbni Rüşt ise savunmuş. Bu arada, islamla ters düştüğü için felsefenin ulema tarafından reddine sebebiyet veren Aristo'dan sonra, Platon gibi islamla örtüşen bir çok felsefeci ve felsefe sistemi geldiyse de olan felsefeye oluyor.
Diğer yandan Gazali'nin açtığı çığır da kelam ilminin ağırlık kazanmasına yol açıyor. Bu da bir çözüm olamıyor çünkü kelamcı alimler arasında doğan fikir ayrılıkları ictihad kapısını kapatıyor ve üstelik skolastik düşünceye karşı oluşan bu akıma dahil alimler de Aristo'nun kıyas mantığını bir de acemice kullanarak dini tamamen tekrarcılık ve üstadlara şekli bir bağlılık üzerine geliştirerek hapsediyor.
Dini hayatın sağlıklı temellendirilmesine imkan vermeyen bu kalıplaşmış yapıya çözüm olarak düşünmeye, eleştirel yaklaşmaya, bilgiyi iç alemde yorumlayarak eşyadan edinilen tecrübeyi dünyadan bağımsız şekilde anlamlandırma gayretine, şekli dinden öteye geçip hayatın her anını iç alemde yaşanan bir mücadele olarak kavrayabilmeye, yani nihayetinde tasavvufa değiniyor. Aristo, Demokrit, Descartes gibi Gazali'nin fikirleri üzerine de birşeyler koyulabileceğini, her düşüncenin ve düşünürün geliştirilmesi gerektiğini, düşünme bahsinde durağan kalarak taklitçilikten öteye geçilemeyeceğini söylüyor.
Bu devri kapatmakla başlayacak islamın uyanış çağı, peygamberler devrinin ahlak ve imanıyla, dünya ilim ve felsefesinin ulaşabildiği zirvelerde, tasavvufun bayrağı altında ilan edilecektir.
- o -
Biz bir ahlak tarihinin çocuklarıyız; ne ırk ne iktisad endişeleri ahlakımızı sarsamaz. Ruh ve ahlakımızla kabre varacağız, onlarla ebediyete ulaşacağız.
Kitabın sonundaki ek kısmında önemli noktalar var;
Öncelikle vahdet-i vücud anlayışını savunan ve reddeden ariflerin büyüklüklerine ve isimlerine bakılırsa biri diğerine ağır basacak durumda değil. Sadece Abdulkadir Geylani (k.s.) Hazretlerinin bir tarafta, Muhyiddin Arabi (k.s.) Hazretlerinin diğer tarafta olduğunu bilsek bizim açımızdan konu kapanır. Keşif ile erişilen hallerin keşfedenden başkasına açılmadığından hareketle ancak yoluna düşebiliriz.
İnsanları üçe ayırıyor; Allah'ı bulan ve O'na yarananlar; bunlar hem akıllı hem bahtiyarlar. O'nu arayan ancak bulamayanlar; akıllı ama bedbaht olanlar. Ne arayanlar, ne bulanlar; hem akılsız hem bedbaht olanlar.
Allah'ı tanıyanları da ikiye ayırıyor; zihni seviyeleri ne olursa olsun mütevazi olanlar, bir de hakikati görebilecek ruhi kuvvete sahip olanlar.
Kitap boyunca ibadetin şekli unsurlarında kalanlara yönelik eleştirilerinin yoğunluğu ve içe yönelme üzerinde duruşu, dini yaşayışa ilişkin ibadeti öteleyen bir fikre mi sahip sorusunu akla getirse de son bölümde dindar insanın ibadetten uzak kalmasının düşünülemeyeceğini, iddiasının ispatının ibadet olduğunu açıklıyor. Din piskolojisi ile ilgili bölümde bireylerin yaşayışlarının toplumun yaşayışını etkilediği gibi toplumsal dini hayatın bireyleri yönlendirdiğini de söylüyor. İlaveten her daim toplumun dini hayatının ilerisine geçme, ahlaki yükselme ve özle irtibat sağlama iddiasında olanların olması gerektiğini söylüyor.
Paskal, Schleiermacher, Kierkegaard, Heidegger, Newman, Olle-Lapurne, Blondel, Bergson gibi ilim adamı ve düşünürlerin içsel yolculukları ve inanç üzerine tanımları hakkında kısa bilgiler veriyor ve özellikle Bergson'un iç alemine ilişkin beyanlarına dayanarak sadece islam veya hristiyan dünyasında değil, tüm alemde öze yolculuğun vazgeçilmez bir yol tutuş olduğunu ve buna kabiliyeti olanların var olduğunu söylüyor.
- o -
Fakir ile mazluma olduğu gibi, zenginin ruhundaki sefalete ve günahkarın bizzat kendi nefsine karşı zulmedici haline acımasını bilmeyen biri dindar olamaz.
- o -
Mevlana Celaleddini Rumi Hazretlerinde, Eflatun ve hocası Sadrettin Konevi etkisiyle temellenen vahdet-i vücud görüşünün zirveye ulaştığını anlatıyor. Bu arada İmam Rabbani Ahmed-i Serhendi Hazretlerinin vahdet-i vücuda itirazıyla yine doğrudan vahdet-i vücuda ulaşmış olması hoşuma giden bir çelişki oldu. Çelişkiler dünyasına dönen alemimde yalnız olmadığım hissinden midir bilmem, sevindim. Hal bu ki; ne yalnızlığı? Yalnız olmak için alemde ikilik gerekiyor. Oysa sadece O var, ne ben ne İmam Rabbani O'nun aksinden başkası değiliz. Sadece İmam Rabbani'den yansıması benimkinden güzel. Olsun bana da "la tahzen" dememiş miydi...
"Demir nasıl ateşe girince ondan farksız olur ve 'ben ateşim' derse, ilahi tecelliye uğrayan kul da kendi benliğinden geçmiş olduğu halde 'ben hakkım' der."
- o -
Alparslan'ın, Kılıçarslan'ın, Fatih'in, Yavuz'un fetihlerinde kılıçtan önce kalemin ve kalbin etkili olduğunu, manevi fetihten sonra, kılıcın fethinin kalıcılığa eriştiğini anlatıyor. Fatih'in fethinden sonra Haçlı Seferlerini durdurmak için Papa'ya koşan hristiyan ulemasının, "biz halimizden memnunuz, eğer gelirseniz bizi de karşınızda bulacaksınız" deyişi bunun en önemli örneği olarak veriliyor ve Mevlana ile Yunus da getirdikleri bütüncül vahdet-i vücud anlayışıyla Anadolu'nun manevi fethini mühürleyen isimler olarak zikrediliyor. Burada yazarın, manevi atletizm olarak tanımladığı kendiyle mücadele kavramının, her bireyce benimsenmesiyle sosyolojik bir yapıya dönüştüğü ve toplumsal hale geldiği anlaşılıyor. Riyazet, yani maddeden ve hırslardan geçiş de toplumun kapsayıcılığı ve gönüllerin fethi kapısını açıyor. Bugünün ulemasının sahip olmadığı bu anlayışın halkça daha çok sahiplenildiğini ve coğrafyamızda yaşanan siyasi duruma doğrudan etki etmekte olduğunu görüyoruz.
- o -
Kitabın sonundaki ek kısmında önemli noktalar var;
Öncelikle vahdet-i vücud anlayışını savunan ve reddeden ariflerin büyüklüklerine ve isimlerine bakılırsa biri diğerine ağır basacak durumda değil. Sadece Abdulkadir Geylani (k.s.) Hazretlerinin bir tarafta, Muhyiddin Arabi (k.s.) Hazretlerinin diğer tarafta olduğunu bilsek bizim açımızdan konu kapanır. Keşif ile erişilen hallerin keşfedenden başkasına açılmadığından hareketle ancak yoluna düşebiliriz.
İnsanları üçe ayırıyor; Allah'ı bulan ve O'na yarananlar; bunlar hem akıllı hem bahtiyarlar. O'nu arayan ancak bulamayanlar; akıllı ama bedbaht olanlar. Ne arayanlar, ne bulanlar; hem akılsız hem bedbaht olanlar.
Allah'ı tanıyanları da ikiye ayırıyor; zihni seviyeleri ne olursa olsun mütevazi olanlar, bir de hakikati görebilecek ruhi kuvvete sahip olanlar.
Kitap boyunca ibadetin şekli unsurlarında kalanlara yönelik eleştirilerinin yoğunluğu ve içe yönelme üzerinde duruşu, dini yaşayışa ilişkin ibadeti öteleyen bir fikre mi sahip sorusunu akla getirse de son bölümde dindar insanın ibadetten uzak kalmasının düşünülemeyeceğini, iddiasının ispatının ibadet olduğunu açıklıyor. Din piskolojisi ile ilgili bölümde bireylerin yaşayışlarının toplumun yaşayışını etkilediği gibi toplumsal dini hayatın bireyleri yönlendirdiğini de söylüyor. İlaveten her daim toplumun dini hayatının ilerisine geçme, ahlaki yükselme ve özle irtibat sağlama iddiasında olanların olması gerektiğini söylüyor.
Paskal, Schleiermacher, Kierkegaard, Heidegger, Newman, Olle-Lapurne, Blondel, Bergson gibi ilim adamı ve düşünürlerin içsel yolculukları ve inanç üzerine tanımları hakkında kısa bilgiler veriyor ve özellikle Bergson'un iç alemine ilişkin beyanlarına dayanarak sadece islam veya hristiyan dünyasında değil, tüm alemde öze yolculuğun vazgeçilmez bir yol tutuş olduğunu ve buna kabiliyeti olanların var olduğunu söylüyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder